E-ISSN: 2587-0351 | ISSN: 1300-2694
Van Medical Journal - Van Med J: 16 (3)
Volume: 16  Issue: 3 - 2009
KLINIK MAKALE
1.Distribution and Incidence of Congenital Malformations at Van Region
Mertihan Kurdoğlu, Zehra Kurdoğlu, Zehra Küçükaydın, Ali Kolusarı, Ertan Adalı, Recep Yıldızhan, Hanım Güler Şahin, Mansur Kamacı
Pages 95 - 98
Amaç: 2004 - 2008 yılları arasında, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı’ndaki doğumlarda; konjenital anomali tiplerinin, insidansının, cinsiyet ve maternal yaşa göre dağılımlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Hastanemizde 2004 - 2008 yılları arasında gerçekleşen 7788 doğum retrospektif olarak incelenmiş ve toplam malformasyon sıklığı ile bunların tipleri, izole ve kombine olarak görülme oranları ile anne yaşına göre dağılımları belirlenmiştir. Bulgular: Saptanan 87 anomalili fetus incelendiğinde; konjenital malformasyonlu fetus oranının % 1.12, en sık görülen izole anomalinin anensefali olduğu tespit edilmiştir. İzole malformasyonlar, tüm anomalilerin %74.7’si olup geri kalanı ise multipl konjenital malformasyonlardır. Konjenital anomalili fetuslar; en fazla 21-30 yaş grubundaki annelerde, en az da 40 yaş üzerindeki annelerin gebeliklerinde saptanmıştır (sırasıyla %52.9 ve %4.6, p<0.05). Sonuç: Çalışmamızda, Van yöresinde konjenital malformasyon sıklığı %1.12 idi. Bu çalışmanın farkı, konjenital malfarmosyanların genç gebelerde yaşlılara göre daha sık saptanmasıdır. Bölgeye özgü doğurganlık yapısıyla ilişkili olabilecek bu konu hakkında ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Aim: It is aimed to determine the incidence, types and distributions according to maternal age of congenital anomalies among labor in the Department of Obstetrics and Gynecology, Yuzuncu Yil University Faculty of Medicine between 2004 and 2008. Methods: The 7788 births between 2004 and 2008 in our hospital were studied retrospectively and malformation incidence, types of these, percentages of seen rate as isolated and multiple and their distributions according to maternal age were determined. Results: Eighty seven fetus with anomalies were detected. It was determined that the incidence of fetus with congenital malformations was 1.12 %, the most common isolated congenital anomaly was anencephaly. The isolated malformations were 74.7 % of all anomalies and rest were multiple. The fetus with congenital anomaly were detected the most frequently in 21-30 age group mothers, although it was detected rarely in mother’s pregnancy in over 40 age (respectively 52.9% and 4.6%, p<0.05). Conclusion: In our study, the incidence of congenital malformation in Van region was 1.12 %. The difference of this study, congenital malformations were determined more frequently in younger pregnant women according to older. Further studies are necessary to investigate about the topic associated with fecundity composition which is peculiar to the region.

2.The Effects Of EAUS (Endoanal Ultrasonography) Use On The Management And Outcomes Of Anorectal Abscesses
Ergün Yücel, İlker Sücüllü, Ali İlker Filiz, Yavuz Özdemir, Sezai Demirbaş, M.Levhi Akın
Pages 99 - 102
Amaç: Anal sinüslerin tıkanması sonucunda intersfinkterik planda oluşan apsenin farklı yayılımlar göstermesiyle, intersfinkterik, perianal, iskiorektal, supralevator apseler gelişebilir. Apse yerleşimlerinin belirlenmesinde son 10-20 yıl içerisinde artan sıklıkla endoanal ultrason (EAUS)’ dan yararlanılmaktadır. Bu çalışmada, muayene sonrasında perianal apse ön tanısı alan hastalarımıza yaptığımız EAUS inceleme sonuçlarımızı ortaya koymayı amaçladık. Yöntem: Haziran 2006-Ekim 2008 tarihleri arasında, makatta ağrı, şişlik, ateş yakınmaları ile servisimize müracaat eden, fizik muayeneleri sonrasında perianal apse ön tanısı alan hastaların, EAUS inceleme ile apse tipi ve yerleşim yeri belirlendikten sonra tedavileri yapıldı. Bulgular: Toplam hasta sayısı (45 E/ 8 K) 53, yaş ortalaması 37,2 (21-71) idi. Yapılan EAUS sonrasında apse yerleşimleri perianal 12 (%22,6), iskiorektal 10 (%18,9), intersfinkterik 19 (%35,8), supralevator 6 (%11,3), submukozal 3 (%5,7) olarak tespit edilmiş olup 3 (%5,7) hastada ise apse saptanmamıştır. Yerleşim yeri ve çevre dokularla ilişkileri belirlenen apselerin tedavileri düzenlenmiştir. Hastalar ortalama 11 (4-24) ay takip edilmiştir. Sonuç: Anorektal bölge apselerinde, uygulanacak cerrahi seçiminde; cerrahın tecrübesi, hastane imkanları, hastanın hikayesi ve beklentileri, apsenin bölge anatomisindeki yeri ve çevre dokularla ilişkilerinin belirlenmesi etkili olmaktadır. EAUS’nin bu aşamada hızlı, kolay uygulanabilir, maliyeti düşük, hasta tarafından rahat kabul edilen, öğrenme eğrisi kolay bir tetkik olduğu kanaatindeyiz.
Aim: The obstruction of anal sinuses causes an abscess formation on the intersphincteric plane and leads to intersphincteric, perianal, ischiorectal and supralevator abscesses by spreading in different ways. Endoanal ultrasonography (EAUS) is being utilized more frequently for the detection of abscess localization in the last 10-20 years. In this study, we aimed to introduce our results with EAUS which had been performed on the patients upon a suspicion of anorectal abscess at the physical examination. Methods: Between June 2006-October 2008, the patients applying to our center with fever, anal pain and swelling at the anal region and thought initially to have a suspicious anorectal abscesses at the physical examination, were treated after the detection of type and localization of the abscess with EAUS. Results: A total of 53 patients (45 male, 8 female) were evaluated and the mean age was 37,2 (21-71) years. Perianal abscess in 12 patients (%22,6), ischiorectal abscess in 10 patients (%18,9), intersphincteric abscess in 19 patients (%35,8), supralevator abscess in 6 patients (%11,3) and submucosal abscess in 3 patients (%5,7) were detected by performing EAUS. No abscess was detected in 3 patients (%5,7). The surgeries of the patients whose abscesses had been identified according to their types and localizations were performed, accordingly. The median follow up period was 11 (4-24) months. Conclusion: Experience of the surgeon, possibilities of the hospital, history and expectations of the patient, localization and relationship with surrounding tissue of the abscess are effective at deciding the surgical procedure in anorectal abscesses.

3.Long QT Syndrome, QT Duration and Dispersion in Children With Congenital Deafness in Van and Near Villages
Hasan Ali Gümrükçüoğlu, Hakkı Şimşek, Musa Şahin, Serkan Akdağ, Fatma Nur Gümrükçüoğlu, Ünal Güntekin, Yılmaz Güneş
Pages 103 - 108
Amaç: Nadir bir kalıtımsal hastalık olan uzun QT sendromu (UQTS) doğumsal işitme engelli bireylerde nisbeten daha sık saptanmaktadır. Ayrıca, sağlıklı bireylerle karşılaştıldığında QT süresinin işitme engelli bireylerde daha uzun olduğu bildirilmiştir. Van ve yöresindeki doğuştan işitme engelli olan çocuklarda UQTS sıklığı, QT süresi ve dispersiyonu araştırıldı. Yöntem: Doğuştan işitme engelli olan 129 çocuk ve aynı yaş gurubundaki sağlıklı 50 çocuk fizik muayene ve elektrokardiyografi (EKG) ile değerlendirildi, QTc süresi ve QTc dispersiyonu (QTcD) hesaplandı. UQTS tanısı için Schwartz kriterleri kullanıldı. İşitme engelli çocuklar 2 yıl sonra tekrar değerlendirildi. Bulgular: İşitme engelli olan çocuklardan birinde (%0.8) UQTS tanısı konuldu, 16’sında (%12.4) maksimum QTc (QTc-maks) >430 msn olduğu saptandı. Ortalama QTc-maks ve QTcD değerleri işitme engelli grupta kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksekti (397.8±26.6 msn’ye karşı 384.9±19.2 msn, p <0.001 ve 40.5±8.4 msn’ye karşı 33.5±4.6 msn, p<0.001). İkinci yıl kontrolde işitme engelli çocuklarda klinik bir olay gelişmediği ve EKG verilerinde anlamlı değişiklik olmadığı bulundu. Sonuç: Doğuştan işitme engelli olan çocuklarda QTc-maks ve QTcD uzamış olabilir ancak bu bulgunun klinik önemi belirsizdir. Seyrek olmakla beraber bu çocuklarda UQTS bulunabilir.
Objectives: Long QT syndrome (LQTS) is a rare inherited disease and is more frequent among children with congenital deafness. Compared to healthy subjects QT duration has been reported to be longer in children with congenital deafness. In this study, frequency of LQTS, QT duration and dispersion were investigated in children with congenital deafness living in Van and surrounding area. Methods: 129 children with congenital deafness and 50 healthy children were evaluated with 12-lead ECGs and QTc duration and dispersion (QTcD) were measured. Schwartz criteria were used to identify LQTS. Children with congenital deafness were reevaluated 2 years later. Results: LQTS was defined in 1 (%0.8) child and maximum QTc (Qtc-max) was >430 ms in 16 (%12.4) children. Compared to healthy control group mean QTc-max and QTcD were significantly increased in deaf children (397.8±26.6 vs. 384.9±19.2 ms, p<0.001 and 40.5±8.4 vs. 33.5±4.6 ms, p<0.001). After two years, no clinical event was developed and there were no significant change in ECG findings. Conclusion: QTc-max and QTcD may be prolonged in children with congenital deafness. However, clinical relevance of this finding is not clear. Although rare, LQTS may be found in these children.

OLGU SUNUMU
4.A Case With Atrial Septal Defect, Retinal Artery Occlusion And Cerebral Infarct
Refah Sayın, Tezay Çakın Güleç, Temel Tombul
Pages 109 - 112
Nörolojik hastalıklar arasında, serebrovasküler hastalıklar sıktır. Retinal arter iskemisi, sıklıkla santral retinal arterin tromboz veya embolisine bağlı oluşur. Amacımız, retinal arter oklüzyonu, akut ipsilateral serebral iskemi ve atriyal septal defekti olan bir vakayı sunmaktı. Kırkbeş yaşında bir erkek hasta, sağda total görme kaybıyla başvurdu. Nörolojik muayenesi, sağdaki görme kaybı dışında tamamen normaldi. Ekokardiyografide atriyal septal defekt saptandı. Difüzyon ve beyin manyetik rezonans görüntülemede, sağ parietooksipital lob ve sağ talamusta akut enfarkt alanları ve fundus anjiografide sağ santral retinal arterde oklüzyon belirlendi. Hasta 6 ay boyunca antikoagülan ile tedavi edildi ve görme kaybı düzelmedi. Bu rapor; serebral enfarkt ve retinal iskemi birlikteliği olan hastaların, bir kardiyolog tarafından detaylı şekilde muayene edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
disorders are common. Retinal ischemia often occurs due to thrombosis or embolism of the central retinal arteria. Our aim was to present a case with retinal artery occlusion, acute ipsilateral cerebral ischemia and atrial septal defect. A 45 years old male patient with right total vision loss had admitted. Neurological examination was completely normal except the vision loss at the right. Echocardiography detected the presence of atrial septal defect. Acute infarct regions were determined in the right parietooccipital lobe and right thalamus by diffusion and cranial magnetic resonance imaging, and occlusion in the right central retinal artery by fundus angiography. The patient has been treated with anticoagulation for six months and his total vision loss was persisted. This report implicate that patients with both cerebral infarct and retinal ischemia should be examined in detail by a cardiologist.

5.A Case Of Retropharyngeal Abscess Causing Severe Respiratory Distress
Sinan Akbayram, Cihangir Akgün, Sevil Arı Yuca, Murat Doğan, İbrahim Değer, Hüseyin Çaksen
Pages 113 - 115
Retrofaringeal abse (RA), çocukluk çağında hava yolu obstruksiyonunun nadir fakat önemli nedenlerinden biridir. Erken tanı ve hava yolu girişimi, cerrahi müdahaleye olanak sağlar. Bu makalede, ağır solunum sıkıntısı ile başvuran ve retrofarengeal abse tanısı alan 2.5 aylık erkek olgu sunulmuştur.
Retropharyngeal abscess is a rare but an important cause of airway obstruction in childhood period. Early diagnosis and maintenance of airway opening, lead to the possibility of surgical intervention. In the present report, a 2.5 month-old male infant was reported who had respiratory distress symptoms and was diagnosed to have retropharyngeal abscess.

6.Intraoperative Death Associated with Pulmonary Fat Embolism: A Case Report
Rıza Yılmaz, Işıl Pakiş, Muhammet Can, Nurperi Gazioğlu
Pages 116 - 118
Yağ embolisi, ciddi travma ve/veya cerrahi işlemlerden sonra kemik iliğinden ya da yumuşak dokulardan lipid globüllerinin salınması ile oluşmaktadır. Bu olgu sunumunda; diabeti mevcut, morbid obez, bel ağrıları olan kadın hastaya yapılan medikal tedavilere rağmen ağrılarında düzelme olmayınca bel fıtığı ameliyatı uygulanmasına karar verildi. Ameliyatta, sol L5-S1 diskektomi, L5 posterior osteotomi, L4 bilateral laminektomi ve stabilizasyon operasyonu uygulandı. Titanyum plak ile stabilizasyon esnasında kardiak arrest gelişmesi üzerine yapılan resüsitasyona yanıt alınamayarak hasta öldü. Ölüm sebebinin belirlenmesi için otopsi yapıldı. Postmortem histopatolojik incelemede, akciğerlerde yaygın yağ embolisi bulguları dışında başka ölümcül bulgu saptanmadı. Sonuç olarak, morbit obez ve diabetli hastalarda spinal ameliyatlar esnasında yağ embolisi olma riski göz önünde bulundurulmalı ve ölen olgularda yağ embolisi de düşünülerek mutlaka ölüm sebebinin tespiti açısından otopsi yapılmalıdır.
Lipid embolism occurs due to free lipid molecules which are derived from soft tissue and bone marrow during serious direct surgical or soft tissue trauma. A morbid obese and diabetic patient who has lumbar disc hernia had been operated. L5-S1 discectomy + Posterior L5 osteotomy + Bilateral L4 laminectomy + stabilization operation was done. During stabilization with titanium plate, the patient had cardiac arrest. Even the resuscitation had been done, the patient died. Autopsy was done to search the cause of death. At the autopsy, the only positive sign was diffuse lipid embolism in the lungs. In conclusion, care should be taken to avoid lipid embolism during the spinal operations of diabetic and obese patients. If the patient dies, an autopsy must be done to determine the cause of death.

LookUs & Online Makale