E-ISSN: 2587-0351 | ISSN: 1300-2694
Van Medical Journal - Van Med J: 19 (3)
Volume: 19  Issue: 3 - 2012
1.Cover

Pages I - II

KLINIK MAKALE
2.Our Experıence In Percutaneous Nephrolithotripsy
Erdal Benli, İbrahim Keleş, İlhan Geçit, Deniz Hoto, Oktay Issı, Tarık Çiçek, Namık Bodur
Pages 102 - 107
Amaç: Bu çalışmanın amacı; üst üriner sistem taşlarının tedavisinde uygulanan Perkütan nefrolitotripsi (PCNL)’nin ilk sonuçlarını(sonuçlarımızı) değerlendirmekti. Gereç ve Yöntem: Bingöl Devlet Hastanesinde 2011 yılı içerisinde PCNL yapılan 44 hastanın sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar ameliyat öncesi rutin olarak tam idrar tetkiki, serum biyokimyası, kanama zamanı, intravenöz pyelografi (İVP) ve konrastsız bilgisayarlı tomografi (BT) değerlendirildi. İşlem sonrası DÜSG çekilerek rezidü taş varlığı açısından değerlendirildi. Bulgular: PCNL yapılan 44 hastanın yaş ortalaması 34,8 (19-56) ve bu hastaların 26’sı(%59) erkek, 18’I (%41) kadındı. Taşların 16’sı (%36) sol, 28’i (%64) sağ böbrek yerleşimliydi. Taş boyutu 35,5 (25-50) mm ve hasta başına düşen taş sayısı 1.4 olarak tespit edildi. PCNL yapılan 44 hastanın 9’u başarısız, 35’i (%80) başarılı olarak değerlendirildi. Başarısız olan vakalardan 5’i ESWL, 3’i PCNL ve 1’ide açık cerrahi ile taşsız hale getirildi. Hiçbir iç organ yaralanması ve hayati bir komplikasyon görülmedi. Operasyon süresi ortalama 90 (60-190) dakika olarak ölçüldü. Toplam 6 (%14) hastaya kan transfüzyonu yapıldı. Sonuç: Böbrek taşlarının tedavisinde rutin haline gelen PCNL’nin kısıtlı imkanlardan kaynaklanan bazı zorluklarına rağmen taşra devlet hastanelerinde de literatüre yakın başarı ve kabul edilebilir komplikasyon oranlarıyla uygulanabileceği görülmüştür.
Aim: The aim of this study was to evaluate the outcome of patients with upper urinary tract stones who had undergone percutaneous nephrolithotomy (PNL). Material and Methods: The outcomes of 44 patients, applicated percutaneous nephrolithotripsy in 2011 at Bingol State hospital, were evaluated as retrospective. The patients were evaluated by complete urinary test, serum biochemistry, bleeding time and intravenous pyelography (IVP) before operation, routinely. After the procedure, by having Direct Urinary System Graphy, residue calculus was analyzed. Results: The average age of the 44 patients, applicated percutaneous nephrolithotripsy, was 34,8 (range from 18 to 56), 26 of those patients (59%) were males and 18 of them (41 %) were females. 16 of calculus (36%) were located in left kidney and 28 of calculus (64 %) in the right kidney. The size of the calculus was determined as 35,5 (ranges from 25-50) mm, and calculus per patient as 1.4. 9 of 44 patients, applicated percutaneous nephrolithotripsy were evaluated as unsuccessful and 35 of them (80 %) as successful. 5 of those unsuccessful cases was treated by Extracorporeal Shock Wave Lithotripsy, 3 of them by percutaneous nephrolithotripsy and 1 of them by open surgery. Not any internal organ injury and life threatening complication were not detected. The time of the operation was measured as 90 minutes averagely (ranges from 90 to 190). As required, blood transfusion was applicated to 6 patients (14 %). Conclusion: It was seen that despite difficulties of percutaneous nephrolithotripsy-standardized in the treatment of renal calculi- arising from its limited means, it could also be applicated in peripheral State hospitals by a success rate close to literatüre and acceptable complication rates.

3.The prevalence of external genitalia anomaly in the subjects aged between 7-11 years old
Mürsel Davarcı, M. Murat Rifaioğlu, Mehmet İnci, Fatih Rüştü Yalçınkaya, Ahmet Gökçe, Murat Tutanç, Ebru Turhan, Yusuf Selim Kaya
Pages 108 - 111
Amaç: Bu çalışmada Hatay il merkezinde öğrenim gören ilköğretim çağındaki erkek çocuklarda dış genital organ bozukluğu sıklığı ve çeşitliliğinin belirlenmesi hedeflendi. Yöntem: Mustafa Kemal Üniversitesi Etik komitesi tarafından çalışma onaylandıktan sonra, il merkezindeki 6 adet ilköğretim okulunda öğrenim görmekte olan ve rastgele örnekleme yöntemi ile 7-11 yaş arasındaki toplam 981 erkek öğrenci çalışmaya dahil edildi. Tüm öğrenciler iki üroloji uzmanı tarafından okullarında muayene edildi ve tespit edilen dış genital organ anomalileri kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya katılan 981 öğrencinin 126’sında (%12,8) anomali saptandı. Saptanan anomaliler; inmemiş testis 60(%6,1),retraktil testis 49 (%5), inguinal herni 7(%0,7), hipospadiyas 4(%0,4), hidrosel 4(%0,4) ve varikosel 2(%0,2) idi. Çalışmamızda, Hatay il merkezinde ilköğretim çağındaki çocuklarda dış genital anomali oranını tespit etmeye çalıştık. Sonuç: Dış genital anomali oranları diğer yapılan tarama çalışmalarında birbirine yakın değerler bulunsa bile ülkemizde bölgelere göre farklılıklar izlenmektedir.
Aim: In this study, our aim is to investigate the prevalence of external genitalia anomaly in the students who has education at primary school and living in Hatay city center. Method: After the study was approved by the Ethic Comitee of Mustafa Kemal University, 981 male students who have aged between 7-11 years old were included from six different primary schools in Hatay city center were included. All the students were examined by two different urologists in their schools in terms of external genitalia anomaly and the subjects with anomaly were recorded. Results: Anomaly was detected in 126 (12.8%) of 981 patients. Detected anomalies were undescended testis 60 (6.1%), retractile testis 49 (%5), hypospadias 4(0.4%), hydrocele 4(0.4%), varicocele 2(0.2%). Conclusion: Although there were similar rates regarding the prevalence of external genitalia anomalies between the present study and other published studies; regional differences could be seen in Turkey.

4.Four year experience in newborn hearing screening
Hamza Yazgan, Esengül Keleş, Arzu Gebeşçi, Mehmet Demirdöven, Lokman Uzun
Pages 112 - 115
Background: Doğuştan işitme kaybı doğumsal anomaliler arasında en sık görülen anomalilerden biridir. Tanı konulmadığında dil gelişimi, psikososyal gelişim, çevreye uyum ve iletişimde gecikmeye yol açmaktadır. Bu nedenle problem ne kadar erken dönemde tanımlanır ve gereken tedavi ve rehabilitasyon programlarına dâhil edilirse, bu olumsuz etkiler en aza indirgenebilir. Amaç: Dört yıllık yenidoğan işitme tarama programı sonuçlarını bildirmek ve elde edilen verileri güncel literatür eşliğinde tartışmak. Gereç ve Yöntem: Özel Sema Hastanesinde Ocak 2006-Mayıs 2010 tarihleri arasında doğan 2518 normal yenidoğan çalışmaya alındı. Tarama işlemi 4-5 haftalıkken otoakustik emisyon (OAE) testi yapıldı. OAE’I geçemeyen bebeklere işitsel beyin sapı yanıtı (ABR) testi yapılarak doğrulandı. İşitme kaybı saptanan olgular bir üst merkeze sevk edildi ve risk faktörleri sorgulandı. Bulgular: 2515 (%99.8) bebeğin işitme taraması normal idi. İki bebekte (%0.08) iki taraflı, bir bebekte ise tek taraflı (%0.04) işitme kaybı saptandı, hiç birinde risk faktörü tespit edilmedi. . Sonuç: Sonuç olarak ülkemizde birçok merkezde olduğu gibi, hastanemizde de yenidoğan işitme taraması rutin hale getirilmiş olup, gerçek insidansın belirlenmesinde, erken tanı ve tedavide ulusal ölçekte başarıya ulaşılmasında yenidoğanların ısrarlı takibi önemlidir.
Background: Congenital hearing loss is a common congenital anomaly. If it left undiagnosed, language development, psychosocial development, the ability to adapt to one’s surroundings and delayed communication are to be expected. These negative effects of hearing loss can be minimized if early diagnosis and treatment and rehabilitation programs are provided. Objective: To share the results of a four year neonatal hearing screening program and to discuss the findings in light of the latest literature. Materials and methods: 2518 normal infants born at Sema Hospital between January of 2006 and May of 2010 were included in the study. Otoacustic emissions (OAE) were used to measure health of infants at 4-5 weeks post-natal. Infants that did not pass the OAE screening were given an Auditory Brainstem Response (ABR) screening. Infants identified as having hearing loss were referred to in a tertiary hospital and risk factors were investigated Results: 2515 (99.8%) of the infants included in the study had normal screening results. Two infants (0.08%) had bilateral and one infant (0.04%) had unilateral hearing loss. None of the infants with hearing loss were positive for risk factors. Conclusion: As can be found in many centers in our country, hearing tests for newborns at our hospital have become routine. Insisting on the screening of neonatal is critical to nationwide successful identification of real incidence rates and early diagnosis and treatment.

5.Physical Activity, Balance and Mobility Functions of 65 and over Older People Living at Rest Home
Ferhan Soyuer, Vesile Şenol, Ferhan Elmalı
Pages 116 - 121
Amaç: 65 yaş ve üzeri, huzurevinde kalan yaşlılarda fiziksel aktivite ile denge ve mobilitenin ilişkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu araştırma, 2008-2009 yıllarında Kayseri İli Gazioğlu Huzurevinde kalan 65 yaş ve üzeri 124 birey üzerinde yapılmıştır. Verileri toplamak için, modifiye edilerek CHAMPS anketi (fiziksel aktivite anketi), Rivermead Mobilite İndexi (RMİ), Berg Denge Ölçeği (BDÖ) ve Tinetti Denge ve Yürüme Değerlendirme Skalası kullanılmıştır. Bulgular: Grubun yaş ortalaması 75.0±6.90 yıl olup, %62.9 ’nu erkekler, %69.4’sini hiç eğitim almayanlar ve %83.9’nu eşi ölmüş/boşanmış kişiler oluşturmaktadır. Aylık gelir ortalaması 339.91±218.02 TL olan grubun, % 80.6 ’da en az bir kronik hastalık vardır. Kurumda kalma süresi, ortalama 3.20±2.67 yıldır. Fiziksel aktivite ile, Rivermead mobilite (r=0.409 p<0.00), Tinetti test (r=0.545 p<0.00) ve Berg denge (r=0.381 p<0.00) testleri arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Sonuç: Çalışmamızdaki sonuçlara göre, yaşlılarda, fiziksel aktivite düzeyi ile denge ve mobilite fonksiyonları arasında anlamlı ilişki vardır. İleri yaşta olanlar, kadınlar, okur-yazar olmayanlar, dul olanlar, sürekli bir aylık geliri olmayanlar, kronik hastalık durumu olanlar ve ilaç kullanan yaşlılar riskli grubu oluşturmaktadır.
Aim:The purpose of this study was to examine the relationship between physical activity and balance and mobility of 65 and over older people living at rest home. Method: This study was performed on a sample group of 124 people who are in 65 and over at Gazioğlu Nursing Home in Kayseri. As a data-collecting device, the CHAMPS questionare by modifiying (physical activity assessment questionnaire), Rivermead Mobility İndex (RMİ), Berg Balance Scale and Tinetti Balance and Walking Scale were used. Results: The mean age of the older people is 75.00±6.90 consisting of 62.9 % males, 64.74% unsophisticated and 83.9 % widow/divorced individuals. The mean monthly income of the group is 323±220 TL. 80.6 % of them has at least a cronic disease. The mean stay time of the aged at the institution is 3.20+-2.67 years. Significant relationships were found between physical activity and Rivermead Mobility (r=0.409 p<0.00), and Berg Balance (r=0.381 p<0.00). Conclusion: Physical activity was showed significant correlation with balance and mobility. Elderly who old age, women, illiterate, widowed ones, not a permanent monthly income, those with chronic illness, use medication have been risk group.

6.Investigation of HBV DNA And HCV RNA Results of Chronic Hepatitis Patients In Our Laboratory
Yasemin Bayram, Mehmet Parlak, Aytekin Çıkman, Bilge Gültepe
Pages 122 - 125
Amaç: Çalışmada kronik Hepatit B virüs (HBV) ve Hepatit C virüs (HCV) hastalarının takibinde ve tedaviye yanıtın izlenmesinde önemli yer tutan HBV DNA ve HCV RNA testi sonuçlarının irdelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Ocak 2011 ve Mart 2012 tarihleri arasında serum örneklerinde çalışılan 703 HBV DNA ve 71 HCV RNA moleküler testi sonuçları geriye dönük incelenmiştir. HBV DNA ve HCV RNA testi real-time polimeraz zincir reaksiyonu (COBAS® TaqMan® High Pure HBV ve HCV sistem, Roche, Almanya) yöntemiyle çalışılmıştır. HBV DNA pozitifliğinin cinsiyetler arasında istatistik açıdan incelenmesi için Z Testi ile oran karşılaştırması yapılmıştır. Bulgular: Çalışmaya alınan 703 HBV-DNA testinin 168’i erkek, 94’ü kadın olmak üzere toplam 262 (%37) hastada viral yük 104 kopya/ml üzerinde saptanmıştır. Pozitif olarak kabul ettiğimiz hastaların erkek ve kadın oranları sırasıyla %36 ve %39 olarak tespit edilmiş olup bu fark istatistik olarak anlamlı bulunmamıştır. HBV DNA için kopya sayısı 104 ve üzeri saptanan 30 (%11) hastada tedavi takibi amacı ile test tekrar istenmiştir. HBV DNA negatif saptananlarda test tekrar oranı %6 olarak bulunmuştur. HCV-RNA testi uygulanan 71 hastanın 7’si erkek, 3’ü kadın olmak üzere toplam toplam 10 hastada (%14) kopya sayısı 104 ve üzeri saptanmıştır. Sonuç: Kronik HBV ve HCV gibi enfeksiyonları ilimizde yüksek oranda görülmektedir. Bu nedenle nükleik asit saptama tetkiklerinin takibinin yapılarak periyodik olarak bildirilmesi büyük önem taşımaktadır. Ayrıca bu alanda daha kapsamlı çalışmaların yapılmasının gerekliliği ortaya konmuştur.
bjective: The aim of this study was to evaluate of HBV DNA and HCV RNA test results which take important place in follow-up procedure for patients with chronic Hepatitis B virus (HBV) and Hepatitis C virus (HCV) infection and evaluation of the response to the therapy. Material and Method: A total of 703 HBV DNA and 71 HCV RNA molecular test results from serum samples collected between January 2011 and March 2012 were retrospectively examined. HBV DNA and HCV RNA were analyzed by real-time polymerase chain reaction (COBAS® TaqMan® High Pure HBV ve HCV system, Roche, Germany). For statistical analysis of HBV DNA positivity between sexes, Z test rate comparison was used. Results: From 703 HBV-DNA tests used in the study, in 262 (37%) patients including 168 men (64%) and 94 (36%) women, the viral load was found to be higher than 104 copies/ml. The rates of patients accepted as positive were 36% and 39% for men and women, respectively, and observed difference was not found statistically important. For 30 patients (11%) with more than 104 number of copies of HBV DNA, repeated test was required for follow-up procedure purpose. HBV DNA negative patients test repeat rate was found as 6%. HCV-RNA test was performed on 71 patients and in 10 patients (14%), including 7 men and 3 women, number of copies was higher than 104. Conclusion: Chronic HBV and HCV infections are highly prevalent disease in our province. Therefore, the follow-up and periodically reporting of nucleic acid examinations are very important. In addition, this has been revealed that more extensive studies should be conducted in this area.

OLGU SUNUMU
7.A Case of Hyperimmunoglobulin E Syndrome
Ayşe Serap Karadağ, Necmettin Akdeniz, Ömer Çalka, Serap Güneş Bilgili, Faruk Altun
Pages 126 - 129
Hiperimmünglobulin E (hiper IgE) sendromu (Job sendromu), serum immünglobulin E seviyesinde yükseklik, atopik dermatit benzeri kronik egzema, tekrarlayan piyojenik infeksiyonlara eğilim, pnömatosel, nötrofil kemotaksis bozukluğu ve değişken T hücre fonksiyon bozukluğu ile karakterize, nadir görülen bir immün yetmezlik hastalığıdır. Kırkbir yaşında erkek hasta, doğduğundan beri var olan, özellikle kış aylarında artan kaşıntı, kızarıklık, kabuklanma ve sık tekrarlayan apse şikayetleri nedeniyle polikliniğimize başvurdu. Hastaya mevcut klinik ve laboratuvar bulgularıyla hiper IgE sendromu tanısı kondu. Uzun bir süre farklı kliniklerde atopik dermatit tanısıyla takip edilmesi, tedavilere direnç göstermesi ve nadir görülmesi nedeniyle olgunun bildirimi uygun görülmüştür.
Hyperimmunoglobulin E (hyper-IgE) syndrome (Job syndrome) is a rare immunodeficiency disease characterized by elevation of serum immunoglobulin E level, atopic-like chronic eczema, tendency for recurrent pyogenic infections pneumatoceles, reduced neutrophil chemotaxis and variable T cell function impairment. Forty-one years old male patient applied to our outpatient clinic with complaints of itching, redness, scaling, crusting and recurrent abscesses exacerbating especially during the winter months since his birth. Based on his clinical and laboratory findings a diagnosis of hyper-Ig E syndrome was made. He has previously been misdiagnosed as atopic dermatitis for a long time. Since it is rarely encountered and treatment-resistant we report this case.

8.Retroperitoneal castleman disease which mimiching abdominal testis
Mehmet Kalkan, Coşkun Şahin, Ergun Uçmaklı
Pages 130 - 132
22 yaşında erkek hasta, kliniğimize sol testisinin yerinde olmaması yakınması ile başvurdu. Muayenede penis normal, sağ testis skrotumda normal boyut ve kıvamda görüldü. Sol testis, skrotumda ve sol inguinal kanalda palpe edilemedi. Tüm batın bilgisayarlı tomografisinde (BT), sol böbrek medialinde ve paraaortik alanda testisin embriyolojik iniş yolu üzerinde 3x3 cm çapında solit lezyon rapor edildi (Resim 1). Olguya laparoskopik eksplorasyon uygulandı. BT’de tariflenen solit lezyonun; retroperitoneal alanda, epididimi olmadığı, bir pedikülle karın arka duvarına bağlı, tunika albuginea benzeri bir kapsülle çevrili ve düzgün yüzeyli olduğu görüldü. Laparoskopik eksizyon uygulandı (Resim 2). Patolojik tanı Castleman hastalığı olarak rapor edildi (Resim 3).
A 22 years old man applied to urology clinic with the complaint of non palpable testis on the left side. On physical exam, no pathology regarding penis and the right testis was noted but, left testis was not palpated in scrotum and ipsilateral inguinal canal. A solid lesion was reported on computerized tomography (CT) with the diameter of 3x3 cm in the retroperitoneal region just medial to the left kidney (Picture 1). Laparoscopic exploration was performed. During laparoscopic procedure, it was seen that the mass had a thin pedicle connecting to posterior abdominal wall and had a smooth surface true capsule mimicking tunica albuginea of testis. Laparoscopic excision was decided due to lack of both epididymis and vas deference (Picture 2). Final pathological result was reported as a Castleman disease (Picture3).

9.Cantrell’s Pentalogy : a Case Report
İbrahim Alanbay, Hakan Çoksuer, Mutlu Ercan, Emre Karaşahin, Rıza Efendi Karaca, Ulaş Fidan, Aşkın Evren Güler, Murat Dede, Ali Ergün
Pages 133 - 136
Cantrell pentalojisi; orta hat supra-umbilikal karın ön yüzü defekti, sternum alt ucu defekti, perikardın diafragma yüzünün olmayışı, diafragma ön yüz eksikliği ve çeşitli intrakardiak anomaliler ile tanımlanmıştır. 28 yaşında G1P0 olan hastada gebeliğinin 16. haftasında yapılan obstetrik ultrasonografide batın ve toraks ön duvarı izlenmemiştir, kalp ve karaciğerin orta hat defektinden protrüze olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca vertebral kolonda ileri derecede şekil bozukluğu ve bilateral ‘club foot’ görülmüştür, sol üst ekstremite izlenememiştir. Cantrell’s sendromu’nun etiyolojisi kesin olarak bilinmemekle birlikte bu sendromun komponentlerinin, embriyolojik dönemde mezodermal defektlere sekonder olarak geliştiği düşünülmektedir.
Cantrell pentalogy can be defined as, the midline supra umblical abdominal anterior wall defect, sternal cleft, lack of diaphragmatic surface of pericardium, diaphragm anterior wall defect and various intracardiac defects. A 28-year-old, gravida 1, para 0 patient was referred to our unit for a routine prenatal care on her 16th gestational week. The ultrasonography revealed an abdominal and thoracal visceral eventration (liver and heart), spinal dysmorphism, bilateral clubfoot deformity without an appearence of left upper extremity. Although the etiology of Cantrell syndrome is unclear, the components of this syndrome may be secondary to the mesodermal defects in embryonic period.

10.The antibiotic resistance of Acinetobacter baumannii and AdeABC efflux pumps: a review of the literature
Tuba Dal, Mehmet Sinan Dal, İsmail Ağır
Pages 137 - 148
Acinetobacter baumannii, özellikle yoğun bakım ünitelerindeki hastalarda kolonize olabilen nonfermentatif, Gram-negatif bakteridir. Son 20 yıldır bu mikroorganizma pnömoni, idrar yolu enfeksiyonları, septisemi ve menenjit gibi ciddi hastalık tablolarından sorumlu çoklu ilaç direnci gösteren bir patojen olarak karşımıza çıkmaktadır. Son çalışmalar Acinetobacter baumannii’nin çoklu ilaç direncinden sorumlu ana makanizmanın aktif pompa sistemleri olduğunu göstermiştir. Acinetobacter baumannii’de RND ailesinin bir üyesi olan AdeABC aktif pompa sistemi tanımlanmıştır. Aktif pompa sistemleri tek bir adımda birden çok sınıftaki antibiyotiğe karşı dirence neden olurlar. Bu pompa sistemi tetrasiklinleri, eritromisini, kloramfenikolü, trimetoprimi, florokinolonları, bazı beta laktamları ve tigesiklini substrat olarak kullanabilirler. AdeABC aktif pompasının substratları olan ilaçlar, AdeABC genlerinin ekspresyonunu artırarak çoklu ilaç direncine yol açarlar. Sunulan bu çalışmada, Acinetobacter baumannii’nin karakteristik özellikleri ve ilaç direnç mekanizmaları literatürün gözden geçirilmesi ile birlikte tartışılmıştır. Acinetobacter baumannii enfeksiyonlarının tedavisi için aktif pompa sistemleri ile ilgili yeni çalışmalara ihtiyaç duymaktayız.
Acinetobacter baumannii is a non-fermentative and Gram-negative bacterial species which can colonise patients especally in intensive care units. During the last 20 years this microorganism has become a multidrug resistant nosocomial pathogen responsible for pneumonia, urinary tract infections, septicemia, and meningitis. Recent studies have shown that the main mechanism of the multidrug resistance of Acinetobacter baumannii is efflux pump systems. In Acinetobacter baumannii, the AdeABC efflux pump, a member of the resistance-nodulation-cell division family (RND), has been well characterized. Efflux pump systems cause resistance against several different classes of antibiotics in one step. Aminoglicosides, tetracyclines, erythromycin, chloramphenicol, trimethoprim, fluoroquinolones, some ß-lactams, and also recently tigecycline, were found to be substrates for this pump. Drugs, as substrates for the AdeABC pump, can increase the expression of the AdeABC genes, leading to multidrug resistance. In the present study, the characteristic features and mechanism of the drug resistance of Acinetobacter baumannii are discussed together with a review of the literature. Further studies about efflux pump mechanisms for the threatment of Acinetobacter baumannii infections are needed.

DERLEME
11.Hearing Impairment in Vascular Disorders
Nadir Yıldırım
Pages 149 - 157
Amaç: Koklea, vertebrobaziller sistemin bir uç dalı olan A. Labyrinthy tarafından tek başına kanlandırılır. Bu nedenle de yerel ve sistemik dolaşımdaki her türlü kısıtlanmaya duyarlıdır. Son yıllarda iç kulağın mikro dolaşımının incelenmesinde yaşanan gelişmelerle daha önce “idyopatik” olarak sınıflandırılan odyovestibüler hastalıkların önemli bir bölümünün aslında damarsal kaynaklı olduğu anlaşılmıştır. Bu çalışmada, iç kulak patolojileri ve özellikle de işitme kaybı ile yerel ve sistemik damarsal hastalıkların ilişkisi üzerine mevcut literatürün araştırılması ve böylelikle konuyla ilgili güncel bilgilerin anlaşılabilir bir şekilde bir araya getirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: “Pubmed” aracılığı ile bu konuyla ilgili literatür araştırılmıştır. Sonuçlar: Mevcut araştırma için nirengi oluşturan 82 önemli çalışma seçilmiş ve kullanılmıştır. Sonuç: Bu derleme çalışmasında, son bulguları da içerecek şekilde, koklear kan akımının özellikleri ve bozuklukları klinik yansımaları ile özetlenmiştir.
Objective: Cochlea is provided with the arterial blood by the labyrinthine artery that is an end-branch of the vertebrobasilar system. Therefore, it is very susceptible to any compromise of the systemic and local circulation. During the last decades, a good proportion of the audio-vestibular disorders, that is previously labelled as “idiopathic” are proved to be of vascular origin through the advances in the study of microcirculation of the inner ear. This study aims to review the relevant literature on the relationship of inner ear pathologies, hearing loss in particular, and local and systemic vascular diseases in order to put together the current knowledge on the subject in a comprehensive manner. Material and Methods: A literature search have been conducted through “Pubmed” and full texts of relevant literature have been obtained. Results: A total of 82 landmark publications have been selected and used for the study. Conclusion: In this literature review, characteristics of cochlear blood flow and its disturbances are summarized with their clinical correspondences as to include recent findings.

LookUs & Online Makale