E-ISSN: 2587-0351 | ISSN: 1300-2694
Van Medical Journal - Van Med J: 12 (2)
Volume: 12  Issue: 2 - 2005
KLINIK MAKALE
1.The investigation of Seropositivity of Syphilis Reagenic Atibody in Van Region
Hamza Bozkurt, İ. Hakkı Çiftçi, Hüseyin Güdücüoğlu, Hanifi Körkoca, Necmettin Akdeniz, Kumru Aygül, Mustafa Berktaş
Pages 137 - 139
Sifilizin etkeni olan Treponema pallidum, organizmada infeksiyon yaptıktan sonra reajinik antikor olarak adlandırılan nonspesifik antikorların oluşmasına sebep olmaktadır. Çalışmamızda T. pallidum’a karşı oluşan nonspesifik antikorların varlığını araştırmak ve dolayısıyla sifilizin Van ve yöresinde seroprevalansının tespiti amaçlanmıştır. Bu amaçla 226 (%49)’sı kadın, 234 (%51)’ü erkek olmak üzere toplam 460 kişiden, Van’daki son Genel Nüfus Sayımı’nda yerleşim yerlerinin nüfusa oranı dikkate alınarak Van merkezden 185 (% 40), Bahçesaray’dan 9 (% 1.95), Başkale’den 30 (% 6.52), Çaldıran’dan 32 (%6.95), Çatak’tan 12 (%2.61), Edremit’ten 11 (%2.39), Erciş’ten 77 (%16.73), Gevaş’tan 14 (% 3.04), Gürpınar’dan 19 (%4.13), Muradiye’den 29 (%6.3), Özalp’tan 31 (%7), Saray’dan 11 (%2.39) serum örneği toplanarak, toplanan serum örnekleri çalışma yapılıncaya kadar -20oC’de saklanmış, çalışmada RPR-nosticon® II, Biomérieux- France kitleri kullanılmıştır. Bu çalışmanın sonucunda Van ve yöresinden T. pallidum’a karşı oluşan ve nonspesifik antikor olan reaginik antikor veya VDRL pozitifliği % 0 olarak saptanmıştır. Daha kapsamlı çalışmalar yapılması uygun olacağı kanaatine varılmıştır.
Treponema pallidum, the cause of syphilis, makes antibody called reaginic antibody after infection. The purpose of our study was to determine the nonspecific antibody against T. pallidum and its seroprevalance in Van regions. For our study 460 sera were collected. Two hundred and twenty six of them were from women, 234 of them were from men. One hundred and eighty five (40%) of them were collected from the centre of Van, 9 (1.95%) from Bahçesaray, 30 (6.52%) from Başkale, 32 (6.95%) from Çaldıran, 12 (2.61%) from Çatak, 11(2.39%) from Edremit, 77(16.73%) from Erciş, 14(3.04%) from Gevaş, 19(4.13%) from Gürpınar, 29 (6.3%) from Muradiye, 31(7%) from Özalp and 11(2.39%) from Saray. The numbers of the sera were collected according to the ratio of the area of the counties to the last general population census. The collected sera were stored at -20oC. RPR-nosticon® II, Biomerieux-France kits were used for this study. As a result, the seroprevalance of nonspecific antibody or VDRL positivity were found 0%. More detailed future investigations should be made in this region.

2.The Nasal Carriage Of Staphylococcus Aureus Among Kırıkkale University Hospital Staff And Patient Visitors
Selda Hızel, Cihat Şanlı, Sedat Kaygusuz, Alp Tunç
Pages 140 - 144
Hastane enfeksiyonlarının önemli bir etkeni olan S. auerus suşlarının kaynaklarından birisi de hastane personelidir. Metisiline dirençli S. auerus (MRSA) kökenlerinin giderek artması tedavisi zor enfeksiyonlara neden olmaktadır. Bu çalışmada hastane personeli ile hasta ziyaretçileri arasında burunda S.aureus taşıyıcılık oranı bakımından fark olup olmadığının ve taşıyıcılığa etkili olası faktörlerle ilişkisinin araştırılması amaçlandı. Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde görevli 219 sağlık personelinin 34'ünde (%15) nazal S.aureus taşıyıcılığı saptanırken (29 MSSA (Metisilin sensitif S. Auerus), 5 MRSA); bu oran 100 hasta yakınının 10'unda (%10) (5 MSSA, 5 MRSA) tespit edildi. Hastane personelinde S. aureus taşıyıcılığı hasta yakınlarına göre anlamlı oranda yüksek bulundu (p=0.044). Taşıyıcılığı etkileyen risk faktörleri (halen damar içi antibiotik kullanımı, son 6 ayda hastanede yatış, son 6 ayda cerrahi operasyon geçirme ve kronik hastalık öyküsü) ile taşıyıcılık arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı (p>0.05). Erkeklerde S. aureus (MSSA açısından) taşıma sıklığı karşı cinse göre anlamlı olarak yüksek saptandı (p=0.028). Taşıyıcılık oranı yüksek saptanan hastane personeli bu fırsatçı patojen bakterilerin bulaşmasında rol oynayabileceğinden; nozokomial enfeksiyonların önemli bir etkeni olan S. aureus taşıyıcılığını önleyebilmek amacıyla hastane personelinin periyodik olarak izlenmesi ve gerekirse tedavisinin yapılması düşünülebilir.
Health Staff is one of the sources of S. auerus strains which is an important cause of hospital infections. The expansion of metisiline resistant S. auerus (MRSA) roots cause the increase of infections which are difficult to treat. The aim of this study to investigate was the difference between hospital staff and patient visitors in terms of S.aureus carriage and the factors affecting carriage. While, nasal S.aureus carrieship was diagnosed on 34 staff (15%) (29 MSSA, 5 MRSA) out of 219 working at Kırıkkale University School of Medicine Hospital, this ratio was foun to be 10 out of 100 patient relatives (10%) (5 MSSA, 5 MRSA). S. aureus carriage was found to be significantly higher among hospital staff than that on patient relatives (p=0.044). No significant correlation was found between risk factors (current intravenous antibiotic use, hospitalization within last 6 months, surgical operation within last 6 months and chronic illness history) and carriage rates (p>0.05). Carriage among males (in terms of MSSA) was found to be significantly higher than that of females (p=0.028). Since hospital staff with higher carrieship ratio can play a significant role in spread of these bacterie, periodic inspection and treatment of hospital staff when it is needed can be planned to avoid S. Aureus carriage which is an important cause of nozocomial infections.

3.Proteus Vulgaris Species Isolated From Various Clinical Specimens And Their Antimicrobial Susceptibilities
Hamza Bozkurt, Hüseyin Güdücüoğlu, M. Güzel Kurtoğlu, Hanefi Körkoca, İ. Hakkı Çiftçi, Kumru Aygül, Mustafa Berktaş
Pages 145 - 148
Bizim çalışmamızla Van bölgesinde çeşitli klinik örneklerden izole edilen Proteus vulgaris suşlarının antimikrobiyal ajanlara duyarlılıklarının ortaya konulması amaçlanmıştır. Suşların izolasyonunda klasik kültür yöntemleri uygulanmış, identifikasyon ve antimikrobiyal ajanlara duyarlılığın ortaya konulmasında ise Sceptor Gram negatif ID paneller (Becton Dickinson-USA) kullanılmıştır. Çalışmada klinik örneklerden izole edilen toplam 78 P. vulgaris suşunun 68’i idrar, 4’ü kulak, 2’si yara, 2’si balgam, 1’i ampiyem ve 1’i umblikal örnekten izole edilmiştir. Bu suşlara karşı en etkili antimikrobiyal ajanların amikasin (%92), siprofloksasin (%92), imipenem (%92), gentamisin (%90), tobramisin (%90) ve norfloksasin (%85) olduğu belirlenmiş; nitrofrantoine %95, sefazoline %93, ampisiline %89 ve sefuroksime ise %86 oranlarında direnç geliştiği tespit edilmiştir.
In our study we aimed to investigate the antimicrobial susceptibilities of Proteus vulgaris strains isolated from various clinics in Van Region. In order to isolate the strains, we used conventional culture methods. Sceptor Gram negative ID Panels were used to make identification and antimicrobial susceptibility tests.78 P. vulgaris strains were isolated, 68 of them were from urine, 4 of them were from external ear canal, 2 of them were from wound, 2 of them were from sputum, 1 of them was from umbilical sample. As we determined; the most effective antimicrobials against P. vulgaris were amikacin (92%), ciprofloxacin(92%), imipenem (92%), gentamicin (90%), tobramicin (90%) and norfloxacin (85%); the resistance rates of nitrafurantoin, sefazoline, ampicilline, sefuroxime were 95%,93%, 89%, 86%, respectively.

4.L-Asparaginase Related Toxicity in Childhood Acute Lymphoblastic Leukemia
Ali Bay, Ahmet Faik Öner, Yaşar Cesur, Cengiz Demir, Yurdagül Mukul, Mehmet Açıkgöz
Pages 149 - 152
L-Asparajinaz yüksek oranda toksisiteye sahip olmakla birlikte çocukluk çağı akut lenfoblastik lösemi (ALL) tedavisinde vinkristin ve prednizon ile başlama tedavisinin standart bileşenidir ve başarıyı önemli oranda artırır. Bu çalışmada indüksiyon kemoterapisinde L-asparaginaz kullandığımız 85 ALL’li olguda gelişen yan etkiler ve tedavileri incelendi. Olgularımızın 28 (%32.9) tanesinde L-asparaginaza bağlı yan etki gelişti. Olgularımızda en sık görülen yan etkiler allerji, hiperglisemi ve hipertrigliseridemi idi. Daha az görülen yan etkiler ise pankreatit, parotitis ve trombozdu. Sonuç olarak, olgularımızdaki L-asparaginaza bağlı toksisite görülme sıklığı ve tipi ülkemizde diğer merkezlerden bildirilen oranlara benzer olarak izlendi.
Although L-asparaginase has a high rate of toxicity, it is a component of childhood acute lymphoblastic leukemia (ALL) therapy with vincristine and prednisolone and it increases cure rate. In this article, we analysed adverse effects of L- asparaginase treatments in 85 ALL patients respectively. Adverse reactions were observed in 28 (32.9%) patients. Allergy, hyperglycemia and hypertrigliseridemia were the most common adverse reactions in our patients. Less common adverse reactions were pancreatitis, parotiditis and thrombosis. In conclusion L-asparaginase toxicity rate of our patients are similar compared to the literature.

5.Effects Of Altitude On Proteinuria Excretion
Hayriye Sayarlıoğlu, Ekrem Doğan, Taner Bayraktaroğlu, Erdem Koçak, Gülay Koçak, Eyüp Külah, Reha Erkoç
Pages 153 - 155
Amaç: İdrar protein miktarı 24 saatlik idrar toplanarak ölçülür ve günlük 150 mg’a kadar olan değerler normal kabul edilir. Normal populasyonda deniz seviyesinden yükseğe çıkıldıkça proteinürinin normal seviyelerinin değişip değişmediği bilinmemektedir. Çalışmamızda 1727 m rakımda yaşayan sigara içmeyen sağlıklı insanlardaki proteinüri seviyelerini deniz seviyesindeki sağlıklı populasyonla karşılaştırdık. Yöntem: Denizden 1727 m yüksek bir yerleşim yeri olan Van ile deniz seviyesindeki Zonguldak’ta yaşayan sağlıklı ve sigara içmeyen, Van’dan 35 (21 kadın, 14 erkek, yaş aralığı: 16-74, yaş ort.: 36,7±15 yıl) Zonguldak’tan 28 (15 kadın, 13 erkek, yaş aralığı:22-62, yaş ort.:. 42,1±12,1 yıl) gönüllü katılımcı çalışmaya alındı. Her iki grup arasında yaş, cins, hemoglobin ve ürik asit düzeylerinde istatistiksel açıdan fark yoktu. Van’da ölçülen idrar protein ortalama 60±29,8 (10-130 mg/dl), Zonguldak’ta 64,7±29,8 (10-130,5 mg/dl) idi (p=0,53). Sonuç: Çalışmamızdaki vaka grubunda proteinüri açısından her iki grup arasında anlamlı fark bulunamadı.
Aim: Protein excretion is measured on a 24-h urine collection, with the normal value being less than 150 mg/day. It is unknown whether normal range of proteinuria changed in high altitude in healthy population. In our study, non smoker healthy residents that lived in 1727 m altitude and normal population in sea level were compared. Methods: 35 resident of high altitude in Van (21 female, 13 male, age 16-74, mean: 36,7±15 years) and 28 resident of sea level in Zonguldak (15 female, 13 male age 22-66, mean: 42,1±12,1 years) were included in this study. Result: No difference was observed in terms of age, gender, hemoglobin and uric acid level. Mean protein excretions in Van and in Zonguldak were 60±29,8 (10-130 mg/dl), 64,7±29,8 (10-130,5 mg/dl) (p=0,53) respectively. Conclusions: No difference was observed in terms of proteinuria in our study.

6.The Comparison of Antibiotic Resistance Rates of Klebsiella pneumoniae Strains Isolated in the Years of 1999 and 2001
Hüseyin Güdücüoğlu, Hamza Bozkurt, M.Güzel Kurtoğlu, Görkem Yaman, Şafak Andiç, Mustafa Berktaş
Pages 156 - 159
Amaç: Çalışmada, 1999 ve 2001 yıllarında çeşitli klinik örneklerden izole edilen Klebsiella pneumoniae suşlarının örneklere ve kliniklere göre dağılımı ile antibiyotiklere direnç oranlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Metot: Bu yıllarda laboratuvarımıza gelen klinik örneklerden K. pneumoniae suşlarının izolasyonunda klasik kültür yöntemleri kullanılmış, izole edilen suşların identifikasyonu ve antibiyotiklere duyarlılıklarının tanımlanmasında ise Sceptor (Becton Dickinson-USA) panelleri kullanılmıştır. Bulgular: Çalışma sonucunda laboratuvarımıza gönderilen klinik örneklerden 1999 yılında 210, 2001 yılında ise 247 K. pneumoniae suşu izole edilmiştir. Antibiyotiklere direnç durumları irdelendiğinde; K. pneumoniae suşlarının aztreonam (p<0,001), sefotaksim (p<0,01) ve trimetoprim-sulfametaksazole (p<0,05), istatistiksel olarak anlamlı oranlarda direnç artışı gösterdikleri, buna karşın amikasin (p<0,01) ve tikarsiline (p<0,05) karşı ise yine istatistiksel olarak anlamlı oranda duyarlılık artışı gösterdikleri saptanmıştır. Sonuç: Bazı antibiyotiklerin direnç oranlarında yıllara göre meydana gelen istatistiksel olarak anlamlı bu değişikliğin, bu mikroorganizma ile oluşan infeksiyonların tedavisinde rastgele antibiyotik kullanımının bir sonucu olduğu düşünülmektedir.
Objective: The aim of this study was to compare the antibiotic resistance rates and clinical and sample distribution of Klebsiella pneumoniae strains isolated from various clinical samples in the years of 1999 and 2001. Method: The clinical samples obtained in these years were isolated using conventional methods and K.pneumoniae strains were identified and antibiotic susceptibilities were detected using Sceptor (Becton Dickinson-USA) panels. Results: As a result of this study, from the clinical samples sent to our laboratory, a total of 210 K. pneumoniae strains in 1999 and 247 strains in 2001 were isolated. As a result of the resistance patterns, the isolated K.pneumoniae strains were found to be statistically more resistant to aztreonam (p<0,001), cefotaxime (p<0,01), and trimethoprim sulfamethoxazole (p<0.05); however statistically more susceptible to amikacin (p<0,01) and ticarcillin (p<0,05). Conclusion: The statistically significant differences in various antibiotic susceptibilities among these years were determined to be caused by the resistance development by haphazard use of various antibiotics for the treatment of this microorganism.

7.Vitamin C, Vitamin B12 and Folic Acid Levels in Serum and Gastric Fluid of the Patients With Late Stage Gastric Carcinoma
İlyas Tuncer, Tevfik Noyan, Rıdvan Mercan, Ragıp Balahoroğlu, İsmail Uygan, M. Kürşat Türkdoğan
Pages 160 - 163
Amaç: Gastrik kanserin etiyolojisinde diyet faktörleri önemli rol oynamaktadır. Gastrik dokuda antioksidan vitaminlerin düzeylerinin azalması, gastrik malignite riskini artırmaktadır. Çalışmamızda gastrik kanserli olguların serum ve mide sıvısında vitamin B12, folik asit ve vitamin C düzeylerini araştırdık. Materyal ve metod: Endoskopik ve histopatolojik olarak gastrik adenokarsinoma tanısı almış 51 olgu (16 K, 35 E, yaş ort: 56,1? 1,7), kontrol grubu olarak aktif kronik gastrit tanısı almış 44 olgu (18 K, 26 E, yaş ort: 52,8? 2,6) çalışmaya alındı. Kanserli olguların tümü ileri evre mide kanseri idi. Bulgular: Gastrik adenokarsinomada ortalama serum folik asit ve vitamin C konsantrasyonları, kontrol grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak düşük bulundu (6,4 ? 0,9 vs 9,5 ? 1,2) ve (0,8 ? 0,1 vs 1,5 ? 0,2) (p<0.05). Serumda ortalama vitamin B12 düzeyleri yönünden gruplar arasında istatistiksel anlamlı fark tespit edilmedi. Gastrik sıvıda ortalama folik asit düzeyleri kanserli grupta, kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulunmasına karşın (27,4 ? 2,5 vs 19,9 ? 1,6) (p<0.05), vitamin B12 ve vitamin C düzeyleri yönünden gruplar arasında anlamlı farklar saptanmadı. Sonuç: Gastrik kanserli olgularda serum folik asit ve vitamin C düzeyleri kontrol grubuna göre düşük bulundu. Oysa mide sıvısında folik asit düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı oranlarda yüksek tespit edildi. Serumda folik asit ve vitamin C değerlerindeki bu düşüklüğün; kanserin oluşmasında birer etiyolojik faktör mü oldukları veya kanser sonrası oluşan malnutrisyona mı sekonder geliştikleri araştırılması gereken konulardır.
Aim: Dietary factors play an important role in the etiology of gastric cancer. Decreasing antioxidant vitamin levels in gastric tissue increase the risk of gastric malignancy. In our study, we investigated vitamin C, vitamin B12 and folic acid levels in serum and gastric fluid of the patients with gastric carcinoma. Materials and Metods: The patient group was composed of 51 cases with histopathological diagnosis of gastric adenocarcinoma (16 F, 35 M, Median age: 56, 1? 1,7) and the control group included 44 cases with chronic gastritis (18 F, 26 M, median age: 52,8? 2,6). All patients of carcinoma group were in the late stage of gastric carcinoma. Results: Mean serum folic acid and vitamin C levels were found significantly low in gastric adenocarcinoma compared to the control group (6,4 ? 0,9 vs 9,5 ? 1,2) and (0,8 ? 0,1 vs 1,5 ? 0,2) (p<0.05). There was no statistically meaningful difference for vitamin B12 levels between the groups. The folic acid levels in gastric adenocarcinoma group were found significantly elevated compared to the controls (27,4 ? 2,5 vs 19,9 ? 1,6)(p<0.05), whereas vitamin B12 and vitamin C levels were indifferent. Conclusion: The serum folic acid and vitamin C levels were found decreased in gastric carcinoma cases compared to the controls. On the other had folic acid levels in the gastric fluid was found significantly higher than the control group. It is doubtful wheather the decreased levels of folic acid and vitamin C are the pathogenetic factors for the development of gastric cancer or only the secondary changes due to the malabsorption caused by the malignancy itself.

OLGU SUNUMU
8.The Intracranial Miıgration Of Ventricular Catheter Of Ventriculo-Perıtoneal Shunt
Nebi Yılmaz, Nejmi Kıymaz, Cahide Yılmaz, Taner Yazıcı, Ali Bay
Pages 164 - 166
Hidrosefali BOS (Beyin omurilik sıvısı) yapımında artış, emilimindeki bozukluk yada BOS dolanım yollarındaki obstrüksiyon sonucu gelişen bir hastalıktır. Ventrikülo-peritoneal (V-P) şantın distal ucunun migrasyonuna daha sıklıkla karşılaşılmasına rağmen intrakraniyal migrasyonu nadir görülen bir komplikasyondur ve sıklığı %0,1-0,4 tür. Bu çalışmada, yaklaşık 4 yıl önce hidrosefali nedeniyle ventrikülo-peritonel şant takılan 4 yaşındaki hastada gelişen intrakraniyal şant migrasyonunu sunmayı amaçladık. Şuur kaybı ile birlikte şiddetli bulantı kusma gelişmesi sonucu acil polikiliniğimize başvuran hastanın BBT(Bilgisayarlı beyin tomografisi) incelemesinde şantın ventrikül ucunda migrasyon belirlendi. Hasta operasyona alınarak migre ventriküler kateter çıkarıldı ve yeni bir kateter ile V-P (Ventrikülo-peritoneal) şant takıldı.
Hydrocephalus is a disease due to production much mone CSF (Cerebro Spinal Fluid), a defect at absorbtion of CSF or an obstruction at the CSF flowing ways. The migration of distal tip of ventriculo-peritoneal shunt is seen more common, but intracranial migration is a rare complication with the incidence %0,1-0,4. In this report, we aimed to report intracranial migration of a 4 years age case who had inserted ventriculo-peritoneal shunt due to hydrocephalus four years ago. The migration at ventriculo tip of shunt was seen on cranial CT (Computerize Tomography) of the patient that was admitted to our emergency clinic with the complaint of nausea and vomiting together loss of comprehension. The patient was undergone operation and the tip of the shunt was find and a new shunt was inserted.

9.A Case of SCIWORA Developed After a Blunt Trauma to Cervical Region in Adult
Nejmi Kıymaz, Çiğdem Mumcu
Pages 167 - 169
Bu çalışmada, servikal künt travma geçiren ve çocukluk çağı ile kıyaslandığında daha az rastlanılan erişkin bir hastada SCIWORA (Spinal cord injury without radiographic abnormality) olgusunun sunulması amaçlandı. Hastanın yapılan nörolojik muayenesinde şuuru açık ve quadriparezi mevcuttu. C4 dermatomu altında hipoestezi tanımlıyordu. DTR (derin tendon reflexleri) hipoaktif, KCR (karın cildi reflexi) yoktu. Abdominal solunumu olan hastanın spinal direk grafileri, BT ve MRG’de patoloji saptanmadı. Acil polikliniğe başvuran hastalarda SCIWORA tanısının erken konması hastanın nörolojik tablosunun düzeltilmesi açısından önemlidir. Erken teşhis edildiğinde steroid tedavisi ile hastanın motor defisitinde hızla düzelme sağlanabilir. Bu nedenle spinal travmalı, nörolojik defisiti olan hastalarda radyolojik değerlendirmeler tamamlanana kadar SCIWORA tanısıyla omurganın inmobilize edilmesi hastada gelişebilecek morbidite ve mortaliteyi önlemede etkili olabilir.
Aim of this study is to present a SCIWORA case in an adult which is less frequent compared to childhood and who had a blunt cervical trauma. Neurologic examination revealed consciousness and quadriparesis. He suffered hypoesthesia below level of C4 dermatoma. He had hypoactive deep tendon reflexes and no abdomen skin reflex. Patient had abdominal respiration and examinations of X-Ray, CT and MRI did not reveal any pathologic findings. To improve the neurologic deficits, it has great importance to recognize SCIWORA early for patient admitted to emergency room. And when it has been diagnosed, with the administration of steroids, motor disturbances may improve rapidly. Therefore column of patients who had spinal trauma with neurologic deficits should be immobilized unless radiologic examinations evaluated to prevent further morbitidy and mortality.

DERLEME
10.Phytotherapy And Its Use In Sexual and Gynecological Disorders
Hanefi Özbek
Pages 170 - 174
Bitkilerle tedavi, târih öncesi dönemden bugüne kadar kullanıla gelmiş, ayrıca günümüz modern tedavi sisteminin de temellerini oluşturmuştur. Bugün de modern yöntemlerle ilâç üretiminde bitkilerden yararlanılmaktadır. Bu araştırmada tıbbî bitkiler ile cinsel sorunların ve bazı kadın hastalıklarının tedavisinde tıbbî bitkilerin yeri hakkında yapılan literatür taramasının sonuçları verilmiştir.
Phytotherapy has been utilised since ancient times and constituted the basis for modern medical therapeutics. Currently the plants have their places in modern drug armamentarium. In this article we reviewed the literature data regarding medicinal plants, basic informational about phytotherapy especially focusing on treatments of sexual and gynecological diseases.

LookUs & Online Makale