E-ISSN: 2587-0351 | ISSN: 1300-2694
Van Medical Journal - Van Med J: 21 (2)
Volume: 21  Issue: 2 - 2014
1.Cover

Pages I - II

2.Comparing the Uterine Artery Doppler Indices With Birth Weight at 11-14th and 20-24th Gestational Weeks
Serdar Çelik, A. Birtan Boran, Taylan Onat, Emre Turgut, M. Aytaç Yüksel, Sevim Purisa
Pages 60 - 66
Amaç: Sağlıklı gebelerdeki 11-14 ile 20-24. gebelik haftalarında uygulanan uterin arter Doppler akımı incelemesi ile doğum ağırlığı arasındaki ilişkiyi araştırmak. Metod: 11-14. ve 20-24. gebelik haftalarında 119 sağlıklı gebede her iki uterin arter akımı renkli Doppler ultrasonografi kullanılarak incelendi. Uterin arterlerde ortalama PI (Pulsatilite indeksi), ortalama RI (Rezistans indeksi) ve bilateral erken diyastolik notch’un varlığı ve yokluğu kaydedildi. Bulgular: 11-14. gebelik haftalarında ortalama uterin arter RI değeri 0.72±0.1 (min: 0.45, max: 0.94), ve ortalama PI değeri 1.63±0.5 (min: 0.62, max: 2.99) olarak bulundu. Çift taraflı notch ise 25 (%21.7) gebede saptandı. Bu parametreler ile doğum ağırlığı arasında korelasyon izlenmedi. 20-24. gebelik haftalarında ortalama uterin arter RI 0.55 ±0.8 (min: 0.32, max: 0.87) ve PI 0.91±0.26 (min: 0.47, max: 2.22) olarak bulundu. Bilateral erken diastolik notch’un varlığı 5 (%4.3) gebede saptandı. Doğum ağırlığı ile uterin arter Doppler bulguları arasında pozitif korelasyon saptandı. RI (p<0.05) ve PI (p<0.01) 20-24. gebelik haftalarında bilateral notch saptanan gebe sayısının azlığı nedeni ile doğum ağırlığı ve bilateral notch arasında istatistiki ilişki hesaplaması yapılamadı. Sonuç: İkinci trimester uterin arter Doppler bulguları ile doğum ağırlığı arasında anlamlı bir şekilde negatif korelasyon mevcuttur. Doppler ultrasonografi, uteroplasental perfüzyonun değerlendirmek için non invaziv ve güvenilir bir yöntemdir.
Aim: This study was undertaken to evaluate the association between uterine artery Doppler velocimetry performed between 11-14 and 20-24 weeks of gestation and birth weight in healthy pregnant women. Methods: Uterine arteries of 119 healthy pregnant women were examined by color Doppler sonography either in their 11-14th or20-24th weeks of gestation. The uterine artery mean resistivity index (RI), pulsatility index (PI), absence or presence of bilateral notch were recorded in both uterine arteries. Results: The uterine artery mean resistance index (RI) in 11-14 weeks gestation was 0.72±0.1 (min: 0.45, max: 0.94) and mean PI 1.63±0.5 (min: 0.62, max: 2.99). Bilateral notch were determined in 25 (21.7%) pregnant. The correlation between birth weight and uterine artery Doppler indices were not determined. The uterine artery mean resistance index (RI) in 20-24 weeks gestation was 0.55 ±0.8 (min: 0.32, max: 0.87) and mean PI 0.91±0.26 (min: 0.47, max: 2.22). Bilateral notch were determined in 5 (4.3%) pregnant. There was positive correlation between birth weight and uterine artery Doppler indice (RI p<0.05 ve PI p<0.01) 20-24 weeks pregnancy due to the small number of patients, statistical calculation could not be done for between bilateral notch and birth weight. Conclusion: A significant negative correlation exists between birth weight and second-trimester uterine artery Doppler parameters. Uterine artery Doppler is a reliable and non-invasive method of examining uteroplacental perfusion.

KLINIK MAKALE
3.Our Newborn Hearing Screening Results
Çiğdem Tepe Karaca, Sema Zer Toros, Barış Naiboğlu, Ayşegül Verim, Şaban Çelebi
Pages 67 - 71
Amaç: yenidoğan işitme taraması sonuçlarımızı değerlendirmek. Yöntem: Hastanemizde yenidoğanlara işitme taraması amacıyla otoakustik emisyon (OAE) testi uygulandı. Kasım 2009- Haziran 2012 tarihleri arasında hastanemizde 2284 yenidoğan bebeğe işitme taraması yapıldı. Bebeklerin risk faktörleri sorgulandı. Risk faktörlerinin işitme kaybına etkisi değerlendirildi. Bulgular: Toplam 2284 bebeğe yapılan işitme taramasında 1922 bebeğin (% 84.15) OAE testinden geçtiği görüldü. Geçemeyen 362 bebekten 49 tanesi ABR’den de kaldı. Sonuç: İşitme kaybının tarama testi ile saptanması çocuğun erken tedavi şansını yakalamasına neden olmaktadır. Bu da işitme taramasının önemini ortaya koymaktadır. Risk faktörlerininde göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Aim: To anallyze our newborn hearing screening results. Methods: All newborns between November 2009 and June 2012 were tested with autoacoustic emission test in our hospital. A total of 2284 infants were examined (1220 males and 1064 females). Results: Of these, 1922 infants were found to pass the screening test (84.15%). Forty-nine neonates who didn’t pass the autoacoustic emission test couldn’t pass Auditory Brain Response test either. Conclusion: Screening tests should be performed in all newborns for early detection of hearing loss.

4.Frequency of Obstructive Sleep Apnea Syndrome Detected with Polysomnography in Patients with Pulmonary Hypertension
Aysel Sünnetçioğlu, Bünyamin Sertoğullarından, Hülya Günbatar, Bülent Özbay
Pages 72 - 76
Amaç: Çalışmamızda Pulmoner Hipertansiyonlu (PH) hastalarda polisomnografi ile obstrüktif uyku apne sendromu (OUAS) sıklığını araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya PH tanısı olan 56 hasta (35 bayan, 21 erkek) alındı. Hastalar etyolojilerine göre 4 gruba ayrıldı (Kronik obstrüktif akciğer hastalığı ?KOAH?, Konjestif kalp yetmezliği ?KKY?, Skleroderma, açıklanamayan PH). Hastaların antropometrik özelikleri, sigara anamnezi, ekokardiyografik olarak ölçülen pulmoner arter basıncı, yapılan kan gazı analiz sonuçları ve hematokrit değerleri kaydedildi. Gündüz aşırı uyku halini objektif olarak değerlendirmek amacıyla Epworth Uykululuk Skalası kullanıldı. Hastaların tümüne polisomnografi yapıldı. Bulgular: PH’lı hastalarda OUAS oranı 60.7 (34/56) olarak bulundu. Etyolojiler farklı PH gruplarında yapılan polisomnografide KOAH’ta %54.5, KKY’de %88.9, skleroderma’da %50, açıklanamayan PH’da %58.3 OUAS tespit edildi. Fakat PH gruplarına göre OUAS oranları açısından anlamlı fark saptanmadı. Horlama ve tanıklı apne olan hastalarda ayrı ayrı olmayanlara göre OUAS görülme sıklığı anlamlı olarak yüksekti ve gündüz aşırı uyku hali olan PH’lı hastaların hepsinde OUAS vardı. OUAS olanlarda boyun çevresi olmayanlara göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Sonuç: Pulmoner hipertansiyonu olan hastalarda, topluma göre çok yüksek oranda OUAS bulundu. Bu bulgu PH hastalarında, özelikle etyolojisi açıklanamayan PH hastalarında PH’nın bir nedeni olan ve tedavi edilebilen OUAS tanısı için polisomnografi yapılması gerektiğini göstermektedir. Özellikle boyun çevresi kalın PH’lı hastalar OUAS semptomları yönünden mutlaka sorgulanmalı ve majör OUAS semptomu varlığında polisomnografik inceleme yapılmalıdır.
Aim: The aim of our study was to determine the frequency of obstructive sleep apnea syndrome (OSAS) in patients with pulmonary hypertension (PH) by polysomnography. Materials and Methods: Fifty-six (female/male=35/21) patients with PH were enrolled in this study. Patients were grouped into four groups according to etiology (Chronic obstructive pulmonary disease ?COPD?, congestive heart failure ?CHF?, scleroderma, and isolated PH). Anthropometric features, tobacco consumption, estimating pulmonary artery pressure (PAB) by echocardiography, the results of blood gas analysis, and hematocrit levels were recorded for all subjects. We performed Epworth sleepiness scale (ESS) to determine excessive daytime sleepiness. All patients were assessed by polysomnography. Results: The frequency of OSAS was found 60.7% (34/56) in patients with PH. It was found as 54.5%, 88.9%, 50%, and 58.3 in patients with COPD, CHF, scleroderma, and isolated PH, respectively. There were no statistical significant differences between groups. The frequency of OSAS in patients with snore and apnea was higher than in patients without snore and apnea. OSAS was found in all of patients with daytime hypersomnolence. The patients with OSAS had higher neck circumference than others. Conclusion: The frequency of OSAS was found quite common in patients with PH than general population. It was shown that polysomnography should be used for OSAS diagnosis in patients with PH, especially PH with obscure etiology. The PH patients with high neck circumference should be questioned about symptoms of OSAS. If major symptoms are found, polysomnographic sleep measures should be done.

5.Evaluation of information Level of Family Practitioners About COPD
Hülya Günbatar, Bünyamin Sertoğullarından, Selami Ekin, Ahmet Arısoy, Aysel Sünnetçioğlu
Pages 77 - 80
Amaç: Aile hekimlerinin KOAH hakkındaki bilgi düzeyleri ve sigara bağımlılarına karşı tutumlarını değerlendirmek amaçlandı. Gereç ve Yöntem: İl merkezimizdeki aile hekimlerine sigara ve KOAH konusunda bilgilendirme toplantıları düzenlendi ve KOAH tanısı ile ilişkili bir anket uygulanıp değerlendirildi. Sonuçlar: Anket 64 hekim tarafından tamamlandı. Hekimlerin büyük çoğunluğu günde 0-5 arasında sigara içicisi ile karşılaşmaktaydı. KOAH gelişiminde en sık etken, KOAH tanısı için gerekli tanısal test ve KOAH tanısı için kullanılan spirometrik ölçüm soruları büyük çoğunlukla doğru olarak yanıtlandı. Hekimlerin çalıştığı birimde %34.4’ünde sadece hemogram, %28.1’inde sadece elektrokardiyogram (EKG), %18.8’inde EKG ve hemogram bulunurken %18.8’inde hiçbir alet bulunmuyordu. Spirometri cihazı hiçbir aile sağlığı merkezinde yoktu. KOAH tanımı, stabil KOAH tedavisinde hangi ilaçların kullanılması ve kullanılmamasını içeren sorular en çok yanlış cevaplanan sorular arasında idi. KOAH olgularına sık eşlik eden hastalıklar sorusuna en sık kardiyovasküler, anksiyete, depresyon ve kanser yanıtları verildi. Yorum: Hekimlerin hepsi KOAH’ın etyolojisi ve tanı yöntemi konusunda bilgi sahibiyken; KOAH tanımı, kullanılan ilaçlar gibi sorularda bilgi eksikliği olduğu ortaya konmuştur. KOAH ile ilgili mezuniyet sonrası eğitim toplantılarının daha sık yapılmasının, hastalığın erken tanısını koyma oranında artış sağlayacağı düşünülmektedir.
Aim: The aim of the study was to determine the level of information about COPD and attitudes towards smoking addiction of physicians working in primary health care. Materials and methods: Informational meetings were held on family physicians in the province center about COPD and smoking, questionnaires were applied associated with COPD. Results: The questionnaire was completed by 64 physicians. Majority of physicians faced with smokers of 0-5 in one day. The most common factor in the development of COPD, the necessary diagnostic test for COPD and spirometric measurements mostly used for diagnosis of COPD were answered correctly. At the physicians working unit, 34.4% had only blood counter, 28.1% had just electrocardiogram (ECG), 18.8% had ECG and blood counter, while 18.8% had no tools. None of the family health centers had spirometer. Definition of COPD, the treatment of stable COPD were the most incorrectly answered questions. The question of common comorbidities in COPD was answered as cardiovascular diseases, anxiety, depression, and cancer. Comment: All of the physicians had information about the etiology and diagnostic method of COPD, in contrast the questions about definition and treatment of COPD showed that there was a lack of information. More frequent post graduate seminars on COPD is thought to be able to provide increasing early diagnosis of the disease.

6.Open Cardiac Surgery Results in Our New Center After Van Earthquake
Ali Kemal Gür, Esra Eker, Helin El, Aytaç Akyol, Dolunay Odabaşı, Hakan Uçar
Pages 81 - 85
Amaç: Bu çalışmada 23 Ekim 2011 tarihinde meydana gelen ve 604 kişinin ölümü ile sonuçlanan Van depremi sonrası hizmete başlayan Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi bünyesinde yapılan açık kalp operasyonları sonuçları değerlendirildi. Materyal Metod: 23 Ekim 2011 ile 31 Aralık 2012 tarihleri arasında toplam 224 hastaya (131 erkek, 93 kadın) açık kalp operasyonu uygulanmıştır. Hastaların yaş aralıkları 17 ile 84 yaş arasında olup ortalama yaş 47 ± 3 yıl idi. 165 koroner bypass operasyonu (114 hastaya atan kalpte, 51 hastaya kardiyopulmoner bypass eşliğinde), 49 kapak operasyonu, 2 atrial septal defekt kapatılması, 1 subaortik membran rezeksiyonu, 3 miksoma rezeksiyonu, 1 kalp nafiz delici kesici alet yaralanması ve 3 Tip 1 aort diseksiyonu nedeniyle opere edildi. Koroner bypass için 2 hasta dışındaki hastalara sol internal mammariyan arter kullanıldı. Bulgular: Hastane mortalitesi 9 (%4.01) hastada görüldü. Operasyon sonrası 10 hastada (%4.4) atrial fibrilasyon, 9 hastada (%4) düşük kardiyak debi, 3 hastada (%1.3) akut böbrek yetersizlik, 6 hastada (%2.6) sternal yara enfeksiyonu, 10 hastada (%4.4) safen ven yara yeri enfeksiyonu, 1 hastada (%0.4) geçici serebrovasküler olay gelişti. Düşük kardiyak debi gelişen 9 (%4.01) hastaya intraaortik balon pompası takıldı. 3 (%0.01) hasta kanama nedeniyle revizyona alındı. Sonuç: Van Yüksek İhtisas Hastanesi 23 Ekim 2011 Van depremi sonrası yeni kurulan Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesine taşınarak kalp cerrahisi operasyonlarına deprem şartlarına rağmen burada devam etmiştir. Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde halen 2 ameliyathane, 5 yoğun bakım yatağı, 24 yataklı kalp ve damar cerrahisi servisi ile bölge hastalarının diğer illere sevk edilmeden açık kalp operasyonları başarılı ve kabul edilebilir morbidite ve mortalite oranları ile devam etmektedir.
Aim: In this study open cardiac surgery results were evaluated in the new Van Regional Training and Research Hospital after Van earthquake occured in 23th october 2011, in which 604 casualties occured. Material and Method: Between 23th October 2011 and 31th December 2012, open cardiac surgery was performed in a total of 224 patients (131 male, 93 female). Age range of patients were between 17 and 84 years and median age was 47 ± 3 years. 165 coronary bypass surgery (114 patients with beating beart, 51 patients with cardio-pulmonary bypass), 49 valve operation, 2 atrial septal defect closure, 1 sub aortic membrane resection, 3 myxoma resection, 1 heart penetrating tool injury operation, 3 Type 1 aortic dissection operation were performed. Left Internal Mammarian Artery (LIMA) was used in all coronary operations except 2. Results: Hospital mortality was seen in 9 (4.01%) of the patients. Post operatively in 10 (4.4%) patients atrial fibrillation, in 9 (4%) patients low cardiac output, in 3 (1.3%) patients acute renal failure, in 6 (2.6%) sternal infection, in 10 (4.4%) saphenous location infection, in 1 (0.4%) temporary cerebral event occured. 9 (4.01%) patients with low cardiac output had Intra Aortic Baloon Pumping (IABP). 3 (0.01%) patients had revision for bleeding. Conclusion: After Van earthquake which occured in 23th October 2011, Van High Specialization Hospital moved to newly constitued Van Regional Training and Research Hospital because of earthquake and there after continued succesively to open heart surgeries. Van Regional Training and Research Hospital has still 2 operating rooms, 5 intensive care beds, a 24-bed cardiac and vascular surgery patients in the region with service being shipped to other provinces and continue to successful open-heart operations, with acceptable morbidity and mortality rates.

7.Influence of Adenotonsillectomy on growth and development in childhood
Ayşe Yiğit Keskin, Bircan Tanboğa, Esma Ehsan Kaya
Pages 86 - 91
Amaç: Çalışmamızda kronik tonsillit nedeniyle tonsillektomi operasyonu uygulanmış olan 100 hastada operasyonun büyüme ve gelişmeye olan etkisini araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız, Haziran 2004 ile Şubat 2005 tarihleri arasında, tekrarlayan tonsil enfeksiyonları ve havayolu obstrüksiyonu nedeniyle, hastanemiz kulak burun boğaz kliniğine başvuran ve tonsillektomi endikasyonu konan 100 hastada prospektif olarak ele alındı. Bu amaçla operasyonun büyüme ve gelişmeye olan etkisini irdelemek amaçlı, preoperatif ve postoperatif 1.- 3. ayda boy, kilo takibi ve persantil dağılımına bakıldı. Elde edilen veriler sayısal şekilde kodlanarak SPSS sürüm 10,0 ile değerlendirildi. p<0.05 değerleri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Çalışma, İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Sağlığı Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi etik kurulunun 22.12,2004 tarih ve 11 sayılı onay kararı alınarak yürütüldü. Bulgular: Olguların operasyon öncesi ve operasyon sonrası 1-3. ayda vücut ağırlıkları ölçülerek karşılaştırıldı. Postoperatif 1. ve 3. Ayda kilo artışı, preoperatif döneme göre istatistiksel olarak anlamlı idi (p< 0,05). Olguların operasyon öncesi ve operasyon sonrası 1.-3. aylarda boyları ölçülerek karşılaştırıldı. Postoperatif 1. ve 3. ayda boy uzamasının istatistiksel olarak anlamlı arttığı saptandı (p<0,05). Sonuç: Kronik tonsillit nedeni ile çocuklarda büyüme ve gelişmenin negatif yönde etkilendiği, tonsillektomi sonrası hastaların kilo ve boy ölçümlerinin arttığı, büyüme eğrisinde üst eğrilere geçtikleri saptandı.
The aim of our study was to evaluate the effect of tonsillectomy operation on growth and development of children. Method: In this prospective study were included 100 cases who underwent tonsillectomy operation because of recurrent tonsil infection and airway obstruction between June 2004 and February 2005. Izmir Dr. BehçetUz Children's Health Diseases and Surgery Training and Research Hospital ethics committee approval was obtained. Body height, weight and percentile distributions of cases were recorded preoperatively and at postoperative 1 - 3 months to examine the impact of growth and development of the operation. SPSS 10 was used for statistical analysis. p <0.05 was considered statistically significant. Preoperative, postoperative first and third month’s body weights were compared with each other as well as body height. Results: Weight gain at postoperative first and third months were significant compared to preoperative period (p< 0,05). Also extension of height increased at postoperative first and third months (p<0,05). Conclusion: Chronic tonsillitis negatively affects the growth and development of children. Weight and height measurements of patients increase and the growth curves pass through the upper curve after tonsillectomy.

8.Evaluation of the organizational commitment of the nurses working in a university hospital
Yeltekin Demirel, Berrin Filiz Öz, Gülay Yıldırım
Pages 92 - 100
Amaç: Bir üniversite hastanesinde çalışmakta olan hemşirelerin örgütsel bağlılıklarını belirlemek. Yöntem: Tanımlayıcı olarak yapılan araştırmanın evrenini Cumhuriyet Üniversitesi’ndeki tüm hemşireler (N=250) oluşturmuştur. Çalışmada hemşirelerin %80.8’ine ulaşılmıştır. Veri toplama aracı olarak, kişisel bilgi formu ve Porter ve arkadaşları (1974) tarafından geliştirilmiş ve Türkçe’ye uyarlanmış 7’li likert tipi “Örgüte Bağlılık Anketi (Organizational Commitment Qestionnaire)” kullanılmıştır. Çalışmada kullanılan anketin Cronbach alpha katsayısı 0.86’dır. Verilerin değerlendirilmesi iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi ve varyans analizi ile yapılmıştır. Bulgular: Hemşireler en güçlü örgütsel bağlılık kaynağı olarak “Bu hastanenin başarılı olmasına katkıda bulunmak için normalde beklenenin ötesinde, fazla çaba göstermeye hazırım” maddesini (4.72±1.88), en zayıf olarak da, “Bu hastanenin geleceği hakkında endişe duyuyorum” maddesini (2.40±1.67) gördükleri, yaşı 30’un üzerinde olanların, evli olanların, ön lisans mezunlarının ve 11yıl ve üstü hizmet süresi bulunanların örgüte bağlılık puanlarının daha yüksek olduğu saptandı (sırasıyla p=0.004, p=0.001, p=0.001, p=0.001). Çok doğru ile çok yanlış arasındaki (1-7) ortalamasına göre çalışanların genel kurumsal bağlılık puanı 3.62±1.08, her soruya verilen puanlar 15 soruda değerlendirilip toplandığında (15-105 puan üzerinden) ise 54.24±16.13 idi. Sonuç: Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi’nde çalışan hemşirelerin hastanelerine orta düzeyde bağlılık duydukları, yaşın, eğitimin, medeni durumun ve hizmet yılının bağlılık durumunu etkilediği görülmüştür.
Aim: To determine the organizational commitment of nurses working in a university hospital. Methods: All the nurses (N=250) working in Cumhuriyet University comprised the universe of this descriptive study. In the study, 80.8% of the nurses were contacted. For data collection, the socio-demographic form and the 7-point Likert-type Organizational Commitment Questionnaire developed by Porter et al. (1974) and adapted to Turkish were used. The Cronbach alpha coefficient of the questionnaire used in the study was 0.86. Evaluation of the data was conducted with the significance of the difference between two means test and the analysis of variance. Results: It was determined that the nurses considered the item “I am ready to contribute to the success of this hospital more than expected” as the most powerful source of organizational commitment (4.72 ± 1.88), and the item "I am worried about the future of this hospital” as the weakest source of organizational commitment (2.40 ± 1.67). It was also determined that those who were over 30, who were married, who were the graduates of associate degree and who had 11 or more years of service had higher organizational commitment scores (p =0.004, p =0.001, p=0.001, p=0.001). The nurses’ overall organizational commitment score was 3.62±1.08 (54.24±16.13). Conclusion: It was determined that the nurses working in Cumhuriyet University Hospital displayed a middle level of the organizational commitment to their hospitals, and that their age, education, marital status, and length of service affected their commitment.

9.Septic pulmonary emboli associated with tibial osteomyelitis: Case report
Levent Sürer, Bikemgül Özkara, Kemal Harmancı, Doğan Bek, Ahmet İmerci, Umut Canbek
Pages 101 - 104
Akut osteomiyelit, derin ven tromboflebiti ve septik pulmoner emboli triadı oldukça nadir görülen ancak erişkinlerde hayatı tehdit eden ve erken teşhis-tedavi gerektiren bir sendromdur. Bu üçlü triattan herhangi birinin tespit edilmesi diğer ikisinin de akılda bulundurulmasını ve araştırılmasını gerektirir. Bu yazımızda 22 yaşındaki erkek hastada akut osteomiyelit ve tromboflebitin bir komplikasyonu olarak gelişen septik pulmoner emboli olgusunu sunduk. Osteomiyelit ve tromboflebit varlığında tedaviye rağmen hastanın durumu kötüleşiyorsa septik emboli tekrar düşünülüp değerlendirilmelidir.
The triad of acute osteomyelitis, deep venous thrombophlebitis, and septic pulmonary embolism is a rare, but life-threatening syndrome in adolescents that requires prompt recognition and treatment. Detection of any single component of the triad should prompt a search for the other associated disorders. In this article, we present a case of pulmonary embolism as a complication of acute osteomyelitis and septic thrombophlebitis in a 22 years old male patient.

OLGU SUNUMU
10.Acute correction of severe tibia shaft deformity: A case report
Celil Alemdar, Mehmet Bulut, İbrahim Azboy, Abdullah Demirtaş, İlhami Şahin
Pages 105 - 110
Deformite cerrahisinde akut ya da tedrici düzeltme uygulanabilir. Tibia diafiz deformitesinde 40 dereceye kadar açılanmalarda akut düzeltme, daha ileri deformitelerde ise tedrici düzeltme önerilmektedir. Biz bu olguda, tibiada koronal planda 33, sagital planda 50 derece açılanması olan 16 yaşındaki hastaya kapalı kama osteotomisiyle akut düzeltme ve intramedüller çivi ile osteosentez uyguladık. Ameliyat sonrası koronal ve sagital planda deformitelerin tam olarak düzeldiği görüldü. Postoperatif erken dönemde ve nörovasküler yapılar açısından önemli olan ilk 3 hafta içinde herhangi bir komplikasyon görülmedi.
Acute and gradual correction can be used in deformity surgery. Up to 40 degree of tibial deformities are suggested to be corrected with acute correction whereas deformities greater than 40 degrees should be corrected gradually. A 16 years old male patient with 50 degrees of sagittal and 33 degrees of coronal deformity of tibia was corrected with acute closed wedge osteotomy and fixated with intramedullary nailing. Coronal and sagittal deformities were completely corrected postoperatively. Neurovascular problem which is important within the first there weeks was not encountered.

11.The stone of pediatric üreteral diverticulum: A rare case
Mehmet Kaba, Doğan Durmazer, Necip Pirinççi, Serhat Tanık, Mustafa Güneş, İlhan Geçit
Pages 111 - 113
Üreter divertikülü; üreterin dışa doğru genişlemesi olarak tanımlanan, etiyolojisi tam olarak bilinmeyen nadir görülen klinik bir durumdur. 13 yaşında sol yan ağrısı olan bir kız çocuğunda yapılan radyolojik incelemelerde üreter divertikülü ve içerisinde taş saptandı. Üreterorenoskopi eşliğinde pnömotik litotriptör ile taş kırıldı. Literatürde çocuklarda içerisinde taş bulunan üreteral divertikül vakası bildirilmediğinden dolayı bu vakamızı sunduk.
Ureter diverticula, defined as an outward expansion of the ureter is a rare seen clinical condition, the etiology of which is unknown. In radiological examinations carried out in a 13-year-old girl with left side pain, ureter diverticula and stone inside it were detected. The stone was broken with pneumatic lithotriptor in the accompaniment of ureterorenoscopy. According to our available knowledge, we have presented this case of us since the urethral diverticulum case with stone inside it has not been reported in children.

12.A rare reason for acute appendicitis: Enterobius vermicularis
Gülay Sarıçam, Gökhan Karaca, Faruk Pehlivanlı, Kübra Yıldırım
Pages 114 - 116
Enterobius vermicularis (E. vermicularis) çekum ve appendikste yerleşim gösteren, çoğunlukla çocukları etkileyen, dünya çapında yaygın bir parazittir. E. vermicularis’in neden olduğu akut apandisit vakalarına nadiren rastlanmaktadır. Bu olgu sunumun amacı E. vermicularis’in neden olduğu bir akut apandisit olgusunu sunmaktır. 19 yaşındaki kadın hasta ani başlayan sağ alt kadran ağrısı ile acil servise başvurdu. Fizik muayenesinde sağ iliak fossa hassasiyeti ve laboratuar tetkiklerinde lökositoz saptandı. Apendektomi uygulanan hastanın yapılan patolojik incelemesi appendiks lümeninde E. vermicularis varlığını ve akut enflamasyon bulgularını gösterdi. E. vermicularis’in nadiren de olsa akut apandisit nedeni olabileceği akılda tutulmalıdır.
Enterobius vermicularis (E. vermicularis) is a worldwide common parasite that is located in caecum and appendix frequently affecting children. Acute appendicitis due to E. vermicularis is very rare. The aim of this study is to report a rare case of acute appendicitis due to E. vermicularis. A 19-year-old woman was referred to our Emergency Service with acute pain at right lower quadrant. A physical examination revealed right iliac fossa tenderness and the laboratory examination showed leukocytosis. After the performed appendectomy the pathological studies indicated the presence of E. vermicularis and acute inflammation signs in the lumen of the appendix. It should be kept in mind that E. vermicularis can unusually cause acute appendicitis.

13.Severe Hypotension Due to a Single dose of Quetiapine in an Elderly Patient: A Case Report
Osman Özdemir, Pınar Güzel Özdemir
Pages 117 - 119
Hipotansiyon baş dönmesi, halsizlik ve senkop gibi belirtilerle seyreder. Sistolik kan basıncının 80-90 mmHg’nın, diastolik kan basıncının da 50-60 mmHg’nın altında olması şeklinde tanımlanabilir. Yaşlı bireylerde hipotansiyon düşme ve kırıklara neden olabildiği için tehlike oluşturmaktadır. Ketiapin; ekstrapiramidal semptomlara yol açmaması, plazma prolaktinini yükseltmemesi ve antikolinerjik yan etkilere yol açmaması nedeniyle yaşlılarda kullanımı öne çıkan atipik antipsikotik ilaçlardandır. Bu yazıda hipertansiyon öyküsü olan ve antihipertansif ilaç kullanan ancak tek doz 100 mg ketiapin verildikten sonra baş dönmesi ve göz kararması şikâyetleri olup ağırlaşarak yoğun bakım koşullarında stabilize edilen bir olgu sunulmuştur.
Hypotension has symptoms such as dizziness, weakness and syncope. Hypotension, defined as below systolic blood pressure below 80-90 mmHg, and diastolic blood pressure below 50-60 mmHg. Hypotension is dangerous causing falls and fractures in older people. Quetiapine is a atypical antipsychotic drug more used in elderly patients because it does not cause extrapyramidal symptoms and anticholinergic side effects and does not lead to increased plasma levels of prolactin. In this article, we introduced a case report with a history of hypotension and using antihypertensive medicine, however, after a single dose of 100 mg quetiapine, complaints of dizziness and blackouts that have been stabilized under intensive care conditions.

14.Dilde Hemanjiom: Olgu Sunumu
Nazim Bozan, Mehmet Hafit Gür, Ahmet Faruk Kıroğlu, Hakan Çankaya, Mehmet Fatih Garça
Pages 120 - 122
Dil hemanjiomları kanama, nefes almada zorluk, ağrı, çiğneme ve konuşma zorluklarına yol açabilen ve nadir görülen benign vasküler tümörlerdir. Hemanjiomlar histolojik olarak kapiller, kavernöz ya da mikst olmak üzere üç tipe ayrılır. Baş boyunda en sık yanak, üst dudak ve üst göz kapağında görülen hemanjiomlar dilde çok az oranda izlenir. Hemanjiomların tedavisinde cerrahi, kortikosteroid, sklerozan ajanlar, radyoterapi, diatermi, elektrokorizasyon, kriyocerrahi, embolizasyon,lazer, radyofrekans ve interferon kullanılabilir. Çalışmamızda, 14 yaşında bayan hastanın yapılan fizik muayenesinde dil sağ lateralinde kavernöz hemanjiom tesbit edildi. Hastanın bulguları ve tedavisi ilgili literatürler eşliğinde tartışılarak sunuldu.
Tongue hemangioma is a benign vascular tumor that causes bleeding, difficulty in breathing, pain, difficulty in chewing and speaking; and it is observed rarely. Hemangiomas are separated histologically into three types as capillary, cavernous, or mixed. Hemangiomas are seen most commonly on cheeks, upper lip and upper eyelids on head and neck while they are observed in very small proportions on tongue. Surgery, corticosteroids, sclerosing agents, radiation therapy, diathermy, electrocauterization, cryosurgery, embolization, laser, radiofrequency, and interferon are used in treatment of hemangiomas. In this study, cavernous hemangioma was detected in the physical examination of the right lateral of tongue of a 14-year-old female patient. Relevant literature studies with the patient's symptoms and treatment information was discussed and presented.

DERLEME
15.The Management of Euthyroid Nodular Goiter
Rıfkı Üçler
Pages 123 - 128
Tiroid nodülü, tiroid bezinde parankimden farklı görünümde olarak ayırt edilen bir lezyondur. Ülkemiz için en önemli etyolojik faktör iyot eksiklidir ancak hem genetik hem de çevresel diğer faktörlerin nodüler guatr oluşumunda rol oynayabilmektedir. Klinikte kendini, boyunda rahatsızlık hissi, inspiratuar stridor, disfaji ve boğulma hissi, ses kısıklığı, artmış tiroid hormon salınımı ve tirotoksikoz gibi belirtilerle gösterebilir ancak çoğu hasta asemptomatiktir. Malign olması muhtemel nodülleri tanımak için, detaylı bir klinik öykü ve dikkatli bir fizik muayene; laboratuar testleri, görüntüleme yöntemleri ve en önemlisi ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) ile desteklenmelidir. Tedavide; uygun hastalarda L-T4 supresyon tedavisi verilebilir. Ciddi bası semptomları veya malignite şüphesi olan hastalarda cerrahi tedavi en uygun seçenektir.
Thyroid nodule is a lesion which has a different appearance from the rest of the thyroid tissue. In our country the most important etiological factor is iodine deficiency but both genetic and other environmental factors may play roles in the development of nodular goiter. The patients may present with compressive symptoms such as dyspnea, dysphagia and hoarseness and symptoms associated with thyrotoxicosis but most thyroid nodules are asymptomatic. To reveal malignant nodules a detailed anamnesis and physical examination should be supported by laboratory, imaging and most importantly fine needle aspiration biopsy. L-T4 suppression treatment may be performed in some cases. Severe compressive symptoms or suspicion of malignancy necessiate surgical treatment.

LookUs & Online Makale