E-ISSN: 2587-0351 | ISSN: 1300-2694
Van Medical Journal - Van Med J: 7 (2)
Volume: 7  Issue: 2 - 2000
KLINIK MAKALE
1.An Analytical Aproach to PSA: Correlation of fPSA with Other Variables in Various Age and Prostate Volume Subgroups
Sabahattin Aydın, Gökmen Alp Doğdu, Yüksel Yılmaz, Mustafa K. Atilla, Öner Odabaş
Pages 46 - 50
Farklı yaş ve prostat hacmi (PH) alt gruplarında yaş, PH, total prostat spesifik antijen (tPSA), bağlı PSA (bPSA), serbest/total PSA (s/t PSA) ve PSA dansitesi (PSAD) gibi prostat bezi ile ilintili olan parametrelerin, serbest PSA (sPSA) düzeyine etkisini araştırmak amacıyla korelasyon analizleri yapılmıştır. Prostatizm şikayeti ile başvuran 109 hasta prostat kanserini ekarte etmek için parmakla rektal muayene ve transrektal ultrasonografik incelemeden sonra çalışmaya alındı. Serbest PSA ile PH, tPSA, bPSA ve PSAD arasında bağıntı olduğu, ancak yaş ve PH'nin farklı alt gruplarında bu etkileşimin değişiklikler gösterdiği saptandı.
Effects of various parameters related to prostate gland, such as age, volume, total prostate specific antigen (PSA), complex PSA (cPSA), free/total PSA (f/t PSA) and PSA density (PSAD) on free PSA (fPSA) activity was investigated by comparing the correlation coefficients of these variables in various ranges of age and prostate volume. Hundred and nine consequative patients with the complaints of prostatism comprised the study after having undergone digital rectal examination and transrectal ultrasonography to rule out prostate cancer. Free PSA was found to be relatively influenced by volume, tPSA, cPSA and PSAD, but this influence showed differences in various value ranges

2.Hemogram, Hematocrit, Erythrocyte Indexes and Etiological Causes in Iron Deficiency Anemia
İmdat Dilek, Süreyya Altun, İlyas Tuncer, İsmail Uygan, Cevat Topal, Halis Aksoy
Pages 51 - 56
Bu çalışmada, Van ve yöresinde demir eksikliği anemisi tanısı konulan hastalarda eritrosit indeksleri, hemogram sonuçları ve etyolojik nedenler incelendi. Çalışmaya 1996-1998 yılları arasında polikliniğimize başvuran 115’i erkek ve 255’i kadın olmak üzere 370 hasta alındı. Ortalama yaş erkek ve kadınlarda sırasıyla 41.9 ve 32.5 bulundu. Ortalama hemoglobin değeri erkeklerde 8.82 gr/dl ve kadınlarda 8.78 gr/dl, hematokrit erkeklerde %28.7 ve kadınlarda %28.6, MCV erkeklerde 72.0 fl ve kadınlarda 70.84 fl, RDW erkeklerde 17.02 ve kadınlarda 17.12 bulunurken, ortalama ferritin düzeyi erkeklerde 6.45 ng/dl ve kadınlarda ise 4.58 ng/dl olarak bulundu. Etyolojik neden olarak her iki grupta da başta gelen neden kan kaybının artmasıydı. Kan kaybı erkeklerde en fazla gastrointestinal kanaldan, kadınlarda ise genital yoldan olmaktaydı. Beslenme yetersizliği, barsak parazitleri ve pica ise etyolojide daha sonraki nedenleri oluşturmaktaydı. Sonuç olarak, bu yöremizde de demir eksikliği anemisi etyolojik nedenler açısından ve tanı konduğunda hastaların hemogram parametreleri bakımından yurdumuzun diğer bölgelerinden önemli bir farklılık taşımamaktadır.
In this study, we investigated the erythrocyte indexes, hemogram results and the etiological causes in patients with iron deficiency anemia in Van. Totally 370 patients (115 male, 255 female) were enrolled in the study between 1996-1998 years. Mean age of the males and the females were found 41.9 and 32.5 respectively. Mean value for hemoglobin was found 8.82 g/dl in males and 8.78 g/dl in females, for hematocrit 28.7% in males and 28.6% in females, for MCV 72.0 fl in males and 70.81fl in females, for RDW 17.02 in males and 17.12 in females, for ferritin levels 6.45 in males and 4.58 in females. In both groups the most important etiological cause was found to be increased iron loss. Iron loss occurred mostly from gastrointestinal tractus in males and from genital tractus in females. Nutritional deficiency of iron, intestinal parasitosis and pica were less frequent etiological causes. In conclusion, there was no important difference for etiological causes and hematologic parameters in Van from other regions of the country.

3.The Review of the Cases of Tubal Sterilization Which Were Performed in the Department of Obstetrics and Gynecology, Yüzüncü Yıl University, Van
Abdulaziz Gül, Yalçın Şimşek, Güler Şahin
Pages 57 - 59
Bu çalışmanın amacı Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde yapılan tubal sterilizasyon vakalarını tartışmaktır. Aralık 1994- Aralık 1998 tarihleri arasında yapılan tubal sterilizasyon olguların retrospektif olarak yaş, gebelik, doğum, abortus ve yaşayan çocuk sayıları; sterilizasyon işlemi için kullanılan insizyonlar, sterilizasyon tipi, operasyon tekniği ve komplikasyonları ele alındı. Tubal sterilizasyon sayısı; toplam doğum, sezaryen, ameliyat, yatan ve poliklinik hasta sayıları ile karşılaştırıldı. Toplam 276 tubal sterilizasyon yapılmış olup olguların ortalama yaşı, gebelik sayısı, doğum sayısı ve yaşayan çocuk sayısı sırasıyla 34.8, 7.4, 6.1 ve 5.4 olarak saptandı. Sterilizasyonların %41.3’ünün laparoskopik, %58.7’sinin ise laparotomik olarak yapılmış olduğu görüldü. Tubal sterilizasyonlar en çok gebelik dışı zamanda yapılmış olup bunu sezaryen esnasında ve postpartum yapılanlar takip etmekteydi. Sterilizasyon işlemi genelde Pomeroy veya koter + insizyon tekniğiyle yapılmıştır. Tubal sterilizasyonun, vaginal doğum yapan, sezaryen yapılan, ameliyat olan, yatan ve poliklinik hastalarına oranı sırasıyla; %4, %32, %33, %9 ve %1 olarak saptandı. Tubal sterilizasyon, laparoskopik veya minilaparotomi ile yapılabilen etkili ve kalıcı bir kontraseptif yöntemdir. Endike olan hastalarda alternatif bir kontrasepsiyon metodu olarak özellikle kırsal kesimde teşvik edilmelidir. Tubal sterilizasyon konusunda henüz arzuladığımız oranı yakalayamadığımız düşüncesindeyiz. Bu yöntemin yöremize özgü bazı sosyokültürel ve ekonomik sebeplerden dolayı daha yaygın uygulanması gerektiğine inanıyoruz.
We aimed to assess the tubal sterilization performed cases in Obstetric and Gynecology clinic of Yüzüncü Yıl University Medicine faculty. In this retrospective study, tubal sterilization performed cases were evaluated according to their age, and obstetric history, in addition to used incisions for tubal sterilization, type of tubal sterilization procedure, surgical technique and postoperative complications between December 1994 and 1998. The total number of performed tubal sterilization was compared with the total number of vaginal deliveries, cesarean sections, gynecologic operations, hospitalized and policlinic patients in the same period. The total number of performed tubal ligation was 276 and the mean age, mean number of pregnancy, delivery and alive child of these cases were 34.1, 7.4, 6.1 and 5.4, respectively. Tubal sterilization was performed by the route of laparoscopy in 41.3% and laparotomy in 58.7% cases. The timing of tubal sterilization was the most common in far away from pregnancy period and followed by at the time of cesarean section and in puerperal period. The commonly used surgical technique for tubal sterilization was Pomeroy or electrocauterization+transection. The relative ratio of tubal sterilization to number of vaginal delivery, cesarean section, gynecologic operation, hospitalized and policlinic patients were 4%, 32%, 33%, 9% and 1%, respectively. Tubal sterilization is an effective and irreversible contraceptive method performed both by the route of laparoscopy or minilaparotomy. Indicated couples especially living in rural areas must be encouraged for tubal ligation as an alternative contraceptive method. We have not yet reach our aimed ratios for tubal sterilization. In our opinion, tubal sterilization must be performed more extensively in our region because of low sociocultural and economic status.

4.Respiratory distress syndrome and surfactant replacement therapy.
Abdurrahman Üner, Ercan Kırımi, Yaşar Cesur
Pages 60 - 62
Bu çalışmada, hastanemizde respiratuvar distres sendromu (RDS) tanısıyla izlenen 48 vakanın klinik ve laboratuvar bulguları incelenerek, surfaktan tedavisinin önemi üzerinde durulmuştur. Temmuz 1996 ile Mayıs 2000 tarihleri arasında Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine başvuran 48 RDS’li bebek çalışmaya dahil edilmiştir. Bunların 28’ine surfaktan replasman tedavisi uygulanırken, 21’ine uygulanamamıştır. Her iki grupta da mortalite oranı ve komplikasyonlar birbirine benzerdi (p>0.05). Çünkü surfaktan uygulanan grupta sepsis ve pnömoni oranlarımız oldukça yüksekti. Sonuç olarak RDS’li bebeklere surfaktan tedavisi uygulanmasına rağmen, bebeklerde sepsis ve pnömoni oranlarımız yüksek olduğundan dolayı mortalite oranı düşürülememiştir.
In this article, the clinical and laboratory findings of 48 preterm newborns whose were followed with the diagnosis of respiratory distress syndrome (RDS) in our hospital were stuied and the importance of surfactant therapy was emphasized. Between July 1996 and May 2000, 48 preterm infants with RDS were admitted to Neonatal Intensive Care Unit. Twenty-eight infants were replaced with surfactant but twenty-one weren’t. The mortality rate and complications were similar in both groups (p>0.05). Because, the sepsis and pneumonia rates were higher in surfactant group. Finally, although we use surfactant theraphy to preterm infants with RDS, we couldn’t decrease mortalite rate and complications because of our high sepsis and pneumonia rate.

OLGU SUNUMU
5.Delayed Tracheo Bronchial A case of Foreign Body Aspiration: Wild Barley (Hordeum Murinum)
Vedat Bakan, Burhan Köseoğlu, Önder Önem, Salim Bilici
Pages 63 - 65
Yabancı cisim aspirasyonu çocukluk çağında morbidite ve mortalitenin önemli bir sebebidir. Tekrarlayan alt solunum yolu infeksiyonu hikayesi olan ve tedaviye cevap vermeyen hastalarda yabancı cisim aspirasyonu altta yatan gerçek neden olabilir. Yabancı cisim aspirasyonu tanısında gecikme sebebi ile segmentektomi yapılan bir olgu sunularak erken tanısal ve tedavi edici bronkoskopinin önemi vurgulanmıştır.
Foreign body aspiration is an important cause of morbidity and mortality in childhood. Foreign body aspiration in patients who have history of recurrent lower respiratory infection and resistance to treatment may be the real cause of disease. A case in which segmentectomy was performed because of delay in diagnosis of foreign body aspiration was reported and importance of early diagnostic and therapeutic bronchoscopy was stressed.

6.Bipolar Disorder in Adolescents : A Report of Three Cases
Kemal Sayar, Mücahit Öztürk, Ö. Akil Özer
Pages 66 - 71
Bipolar Bozukluk ergenlik döneminde erişkin döneme göre farklı klinik özelliklerle seyredebilen ve çoğu zaman da yanlış teşhisler alan bir psikiyatrik rahatsızlıktır. Ergenlik döneminde başlayan depresyonlar ileride bipolar bozukluğa dönüşebilmektedir. Karışık ve hızlı döngülü mani bu yaş döneminde erişkin yaşlara oranla daha fazla görülmektedir. Bu yazıda üç olgu örneğinde ergenlik dönemi bipolar bozukluğunun klinik özellikleri ve ayırıcı tanısı tartışılmaktadır. Ayrıca tedavi konusundaki güncel yaklaşımlar gözden geçirilmektedir.
Bipolar Disorder in adolescence may manifest itself differently from adult life and hence may be the subject of wrong diagnoses. Juvenile onset depressions may turn into bipolar states in adult life. Mixed or rapid cycling mania is more prevalent in adolescents compared to adults. In this article, we discuss the clinical features and differential diagnosis of bipolar disorder in adolescence by giving three case presentations. Also treatment options in bipolar disorder are reviewed.

7.Perinatally acquired varicella-zoster infection: A case report.
Abdurrahman Üner, Ercan Kırımi, Yaşar Cesur, Hüseyin Çaksen, Şükrü Arslan, Bülent Ataş
Pages 72 - 74
Bu makalede oldukça nadir rastlanan perinatal dönemde kazanılmış bir suçiçeği olgusu sunulmaktadır. Hamilelik sırasında geçirilen enfeksiyon fetüste spontan düşüklere, çeşitli anomalilerle seyreden konjenital varisella sendromuna veya sadece cilt döküntüleriyle karakterize klinik tabloya neden olabilmektedir. Bu makalede, döküntü, ateş ve emmeme şikayetleriyle getirilip, perinatal suçiçeği tanısı alan ve asiklovirle başarılı bir şekilde tedavi edilen 14 günlük bir olgu nadir görüldüğünden dolayı sunulmuştur.
In this paper, a very rare varicella case that acquired in perinatal period is presented. The infection occurred during pregnancy can cause spontan abortion, congenital varicella syndrome which is characterized by various anomalies, and rash on the skin. A 14-day-old newborn, admitted with rash on the skin, fever and failure of suck, and diagnosed perinatal varicella infection, and treated with acyclovir successfully is presented due to rare presentation.

DERLEME
8.Complications of Rhinosinusitis
Mustafa Erkan, Mehmet Somdaş
Pages 75 - 79
Sinüzit, artan insidans ve prevalansı ile bir sağlık problemi olmaya devam etmektedir. Paranazal sinüs enfeksiyonlarının lokal yayılım ve komplikasyonları, sıklıkla intraorbital ve intrakranial dokularda görülür. Komplikasyonların erken tesbiti, mortalite ve morbiditenin azalmasını sağlayabilecektir. Bu yazıda, rinosinüzitin potansiyel risklerini belirlemek maksadı ile, bu konudaki son literatür bilgilerini gözden geçirdik.
Sinusitis is a leading health-care problem with an increasing prevalence and incidence. Complications and local extension of paranasal sinus infections most often involve intraorbital and intracranial tissues. Early recognition of complications can decrease mortality and morbidity. In this paper, we rewieved the current literature in order to study the complications of rhinosinusitis.

9.N-Acetyl -β-D Glucosaminidase and Its Use in Renal Diseases
Tevfik Noyan, M. Ramazan Şekeroğlu, Haluk Dülger
Pages 80 - 83
N-asetil-β-D glukozaminidaz (NAG), böbrek hastalıklarının ve hasarının taranması amacıyla çok geniş kullanım alanına sahip bir idrar enzimidir. Bu enzim proksimal tubül lizozomlarında bulunan glikozidazların en aktifidir. Yüksek moleküler ağırlığına bağlı olarak (M.A. ≥ 1300000 dalton) glomerüllerden filtrasyona uğramaz, bu nedenle idrarda miktarının artması tubüler hasarın duyarlı bir göstergesidir. Böbrek hastalığının ve hasarının farklı evrelerinde idrar NAG izoenzim profili değişmektedir. Bu makalede, NAG ve böbrek hastalıklarındaki kullanımı ile ilgili literatür bilgileri özetlenmiştir.
N-acetyl -β-D glucosaminidase (NAG) is the most widely used urinary enzyme asaay for the assesment of renal disase and the detection of nephrotoxicity. It is the most active of glycosidases found in the lysosomes in the proximal tubule. An increase in NAG activity in urine is a sensitive test for renal tubular damage, since its relative molecular mass (M.W. ≥ 130000) precludes its filtration by the glomerulus. The isoenzyme profile of NAG in urine varies at different stages of renal disease and damage. In this paper, NAG and knowledges which are its use in renal diseases are summarized.

LookUs & Online Makale