E-ISSN: 2587-0351 | ISSN: 1300-2694
Van Medical Journal - Van Med J: 16 (1)
Volume: 16  Issue: 1 - 2009
KLINIK MAKALE
1.Male Breast Cancer
Gamze Uğurluer, Mahmut İlhan, Tamer Edirne, Nedim Turan
Pages 1 - 5
Amaç: Bu çalışmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Kliniği’nde tedavi alan meme kanserli erkek hastaların literatür bilgileri ışığında sunulması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 1 Ocak 2001–31 Aralık 2006 tarihleri arasında tedavi alan erkek meme kanserli hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi ve sağkalım bilgileri için hastalara telefonla ulaşıldı. Veriler SPSS programında değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya 1 Ocak 2001–31 Aralık 2006 tarihleri arasında tedavi edilen altı erkek meme kanserli hasta dahil edildi. Hastaların yaşları 34 ile 75 arasında değişiyordu (ortalama yaş 55,5). Hastaların ikisine total eksizyon, ikisine modifiye radikal mastektomi ve aksiller diseksiyon, ikisine basit mastektomi ve aksiller diseksiyon yapılmıştı. Tüm hastalarda histopatolojik tanı infiltratif duktal karsinom idi. Eksizyon yapılan bir hasta adjuvan tedaviyi reddetmişti. Cerrahi sonrası beş hasta adjuvan kemoterapi, üç hasta hormonoterapi, üç hasta radyoterapi almıştı. Takipleri esnasında adjuvan tedavi almayan hastada lokal nüksle beraber akciğer metastazı gelişmişti, üç hastada uzak metastaz gelişmişti. Hastaların ortalama takip süresi 42 aydı (17-99 ay arası). Hastaların toplam sağkalım oranları iki yıllık %83 ve beş yıllık %62,5 idi. Vaka sayısının düşük olması nedeniyle karşılaştırmalı analizler yapılamadı. Sonuç: Erkek meme kanserleri insidansı artsa da nadir bir hastalıktır, çalışmalarda vaka sayısı düşüktür. Bu konuda hasta sayısının fazla olduğu, tedaviyi, prognozu, tümör biyolojisini ve sağkalımı etkileyen parametreleri tartışan çok merkezli çalışmalar yapılmalıdır.
Aim: In this study, it is aimed to discuss male breast cancer patients treated at Yuzuncu Yil University Hospital Medical Oncology Clinic with the literature data. Material and Methods: In this study, medical records of male breast cancer patients who were treated between 1 January 2001 and 31 December 2006 were retrospectively reviewed and patients were contacted by telephone for their survival information. Data were analyzed with SPSS software. Results: Six patients treated as male breast cancer between 1 January 2001 and 31 December 2006 was included in the study. Age of patients ranged from 34 to 75 (mean age 55,5). Two patients underwent total excision; two modified radical mastectomy and axillary dissection and two simple mastectomy and axillary dissection. Histopathology was infiltrating ductal carcinoma in all patients. The patient who underwent excision refused adjuvant treatment. After surgery, five patients were treated with adjuvant chemotherapy, three patients had hormonal therapy and three patients received radiotherapy. During follow up the patient who did not receive adjuvant treatment had local recurrence and lung metastases, three patients had distant metastases. The mean follow-up duration was 42 months (ranged between 17 and 99 months). Overall survival rate was 83% for two years and 62.5% for five years. Due to limited number of patients no comparative analysis was done. Conclusion: Although male breast cancer incidence has increased it is a rare condition and cases reported in studies are low. Larger multicenter studies must be conducted with more patients to evaluate parameters affecting treatment, prognosis, tumor biology and survival about this subject.

2.Seroprevalance of Cytomegalovirus, Rubella and Toxoplasma Antibodies in Pregnant Women of Van Region
Şirin Efe, Zehra Kurdoğlu, Gülhan Korkmaz
Pages 6 - 9
Gülhan Korkmaz Amaç: Bu çalışmada, son bir yılda Van Kadın ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’ne başvuran gebelerde konjenital enfeksiyonlara neden olabilen rubella, sitomegalovirüs ve toksoplazma gondii’ye karşı oluşan antikorların seroprevalansının araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Eylül 2007- Ağustos 2008 tarihleri arasında Hastanemiz polikliniklerine, başvuran, 15-45 yaş arası gebelerden alınan serum örneklerinden enzim immünassay (AxSYM, Abbott, USA) yöntemi ile çalışılan sitomegalovirüs, rubella ve toksoplazma antikor sonuçları retrospektif olarak incelenmiştir. Bulgular: Çalışılan serum örneklerinde sitomegalovirüs (n=600), rubella (n=613) ve toksoplazma (n=625) için, IgG antikorlarının seropozitiflik yüzdeleri sırasıyla %99,5, %99,5 ve %36,0 olarak; IgM antikorlarının seropozitiflik yüzdeleri ise sırasıyla %1,7, %0,3 ve %0,3 olarak saptanmıştır. Sonuç: Bölgemizdeki gebelerde yüksek oranda CMV ve rubella seropozitifliği saptadığımız için tarama önermiyoruz. Buna karşılık, gebelerde toksoplazma gondii seronegatiflik oranlarını yüksek bulduk ve bu etkene karşı gebelerde tarama yapılmasının uygun olacağını düşünüyoruz.
Aim: In this study, we aimed to determine seroprevalance of the antibodies against cytomegalovirus, rubella and toxoplasma gondii which may cause congenital infections in the pregnant women admitted to the Van Maternity and Children’s Hospital in a period of one year. Methods: Antibody results for cytomegalovirus, rubella and toxoplasma gondii which were assayed with enzyme-linked immunosorbent assay method (AxSYM, Abbott, USA) from the serum samples of the pregnant women with 15-45 years old who applied to our hospital’s outpatient clinic between September 2007 and August 2008 were analysed retrospectively. Results: Seropositivities of IgG for cytomegalovirus (n=600), rubella (n=613) and toxoplasma gondii (n=625) were found as 99.5%, 99.5% and 36.0%, respectively. Seropositivities of IgM for cytomegalovirus, rubella and toxoplasma gondii were found as 1.7%, 0.3% and 0.3%, respectively. Conclusion: We recommend screening for toxoplasmosis gondii because of high antibody seronegativity we observed in pregnant women in the region of Van. Screening for cytomegalovirus and rubella antibodies may be unnecessary due to high seropositivit rates in pregnant women.

3.Percutaneus Endoscopic Gastrostomy in Intensive Care Unit
Deniz Erdem, Demet Albayrak, Belgin Akan, Asu Bağubek, Nermin Göğüş
Pages 10 - 13
Yoğun bakım ünitelerinde tedavi gören ve uzun süreli yatan hastaların beslenmesinde enteral yol ilk seçenek olmalıdır. Oral almayan hastalarda hazır besin solüsyonlarını vermenin bir yolu Perkutan Endoskopik Gastrostomi uygulamalarıdır. Bu yolla uzun süreli beslenme desteği minimal komplikasyonlarla sağlanabilir.
Enteral must be the first choice for the route of feeding in patients followed up in intensive care units and hospitalized for a long time. In patients who cannot be feed orally, Percutaneus Endoskopic Gastrostomy (PEG) is an alternative way. With this route, long term feeeding can be accomplished with minimal complications rate.

4.The Retrospective Analysis of Patients with Abruptio Placentae
Ertan Adalı, Recep Yıldızhan, Ali Kolusarı, Mertihan Kurdoğlu, Numan Çim, Çağdaş Özgökçe, Hanım Güler Şahin, Mansur Kamacı
Pages 14 - 18
Amaç: Kliniğimizde plasenta dekolmanı tanısı almış hastaları maternal özellikleri, risk faktörleri ve neonatal sonuçları açısından değerlendirmesi amaçlandı. Yöntem: Aralık 2005 - Ocak 2009 tarihleri arasındaki 55 plasenta dekolmanı olgusu bu retrospektif çalışmaya katıldı. Anne yaşı, gravida, parite, gebelik haftası, hemotokrit değeri, kan transfüzyonu, doğum şekli, maternal komplikasyonlar, doğum ağırlığı, cinsiyet, apgar skoru ve fetal sonuçlar değerlendirildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 30.18±6.60’dır. Gravida ve parite ortalamaları sırasıyla 5.83±3.41 ve 4.21±3.25 olarak bulundu. Hastaların % 58’i vajinal yoldan doğurmuştur. Hastaların ortalama gebelik haftaları 31.36±4.62’dir. Ortalama doğum ağırlıkları 2153,82±9,57’dir. İntrauterin veya erken neonatal ölüm oranı % 61’dir. Sonuç: Plasenta dekolmanı yüksek maternal ve perinatal mortalite ve morbitide oranları ile karakterize bir klinik tablodur.
Object: To determine maternal features, risk factors and neonatal outcame in women who diagnosed to abruptio placentae at our clinic Method: Fifty-five patient with abruptio placentae between December 2005 and Januar 2006 were included in the retrospective study. Maternal age, gravida, parity, gestational age, hematocrite value, blood transfusion, the type of delivery, maternal complications, birth weight, gender, apgar scores, fetal outcame were evaluated. Results: Mean age of the patient were 30.18±6.60. Mean of gravida and parity was 5.83±3.41 and 4.21±3.25, respectively. The ratio of vaginal delivery was 58%. Mean of gestational age was 31.36±4.62. Mean of birth weight was 2153,82±9,57. Intrauterine or early neonatal mortality ratio was 61%. Conclusion: Abruptio placentae was an important clinic problem. It is associated with a high maternal and perinatal mortality and morbidity.

5.The Evaluation of Food Poisoning Cases Applying to The Department of Forensic Medicine of Cumhuriyet University Medical Faculty
Celal Bütün, Fatma Yücel Beyaztaş, Aynur Engin, Derya Büyükkayhan, Muhammed Can
Pages 19 - 23
Zehirlenme önemli bir halk sağlığı problemidir. Zehirlenmelerin sıklığı ve özellikleri toplumun kültürel ve sosyoekonomik yapısına göre değişiklikler gösterir. Besin zehirlenmesi, herhangi bir besin ya da içeceğin tüketimi sonucu meydana gelen infeksiyon veya intoksikasyon durumu olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmada Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’na besin zehirlenmesi nedeniyle başvuran ve adli rapor düzenlenen olguların profilinin ortaya konması, bu olgularla ilgili tıbbi ve yasal uygulamaların belirtilmesi amaçlandı. 2005 ve 2006 yılları arasındaki iki yıllık süreçte meydana gelen 98 besin zehirlenmesi olgularının adli raporları ve hastane dosyaları retrospektif olarak incelendi. Besin zehirlenmesi olgularının en sıklıkla genç yaş gruplarında ve kış aylarında görüldüğü tespit edildi. Olguların %11.2’sinde kültür alınmış ve herhangi bir etken üretilememiştir. Alınan kültür oranının az oluşu ve hiçbir olguda besin örneklerinin incelenmesinin yapılmamış olması sorumlu etkenin tespiti açısından önemli bir eksiklik olduğu sonucuna varıldı. Besin zehirlenmelerine yönelik önerilerin ve uyarıların yapılması tanı ve tedavilerin eksik ya da yanlış uygulanmaması, sağlık hizmetlerinde dikkat edilmesi gereken unsurlardır. Bunun yanında bu olguların ihbarı ve tıbbi kayıtların düzgün bir şekilde tutulması işlemi hekimlere yasal sorumluluk getirmektedir.
Aim: Poisoning is an important public health problem. The frequency and characteristics of poisonings differ with cultural and socioeconomic status of the community. Infection or intoxication after consumption of any food or drink is called as “food poisoning”. In this study, the forensic reports about food poisoning cases applying to the department of Forensic Medicine of Cumhuriyet University Medical Faculty were determined and the case profile was brought up. It is aimed to determine the legal and medical applications of these cases. Methods: The forensic reports and hospital records of 98 food poisoning cases in the period of two years during 2005-2006 were reviewed retrospectively. Results: The food poisoning cases occur frequently at younger ages and in months of winter. In 11.2% of the cases, the cultures were taken and nothing was identified. The insufficient of the culture samples and no examination of food samples thought to be important deficiency about determination of pathogen agents. Conclusion: In medical services, the diagnoses and treatments must be applicated truly. The suggestions and warnings must be done about food poisoning. And also, physicians have responsibility about registering the medical records correctly and denouncing these cases.

6.Our Clinic Experience for Gall Bladder Injuries
Ercan Gedik, Sadullah Girgin, İbrahim Halil Taçyıldız, Bilsel Baç, Celalettin Keleş
Pages 24 - 29
Safra kesesi yaralanmaları, karın travmaları arasında nadir olarak görülmektedir. Bu çalışmada safra kesesi yaralanması nedeniyle tedavi edilen hastalarımızı sunmayı amaçladık. Yöntem: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniğinde 1996–2006 tarihleri arasında tedavi edilen 15 travmatik safra kesesi yaralanmalı hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: Yaş ortalaması 28±13.46 olan hastaların 12(%80)’si erkek ve 3(%20)’ü kadın idi. Beş (%33,3) hasta künt ve 10 (%66,6) hasta ise penetran karın travmasına maruz kaldıkları görüldü.Tüm hastalara ultrasonografi çekildi. Beş hastada şok mevcuttu ve acil laparotomi yapıldı. Dört hastaya bilgisayarlı tomografi, 3 hastaya tanısal peritoneal lavaj ve bir hastaya ise ultrasonografi eşliğinde perkütan aspirasyon yapılarak laparotomi kararı verildi. Travma şiddet skoru (ISS) ortalaması 25.20 ± 15.91, Revize travma skoru (RTS) ortalaması ise 7.030 ±1.033 olarak hesaplandı. Hastaların hepsine kolesistektomi uygulandı. Beş hastada morbidite gelişmiş olup en sık görülen morbidite yara enfeksiyonu idi. I İntraabdominal yandaş organ yaralanma sayı ortalaması 3.18±1.32 olup, en sık yaralanan yandaş organ karaciğer olduğu görüldü. İlk 24 saatte 6 hastaya ortalama 5.50 ±3.20 Ü kan transfüzyonu yapıldı. Ortalama hastanede kalış süresi 7.93±0.89 gün olduğu gözlendi. Sonuç: Safra kesesi yaralanmalarında morbidite ile ilişkili faktörler; ISS, yandaş abdominal organ yaralanması ve ilk 24 saatte yapılan kan transfüzyon sayısı olduğu saptandı. Safra kesesi yaralanmalarında, kolesistektomi tercih edilecek en uygun tedavi seçeneğidir.
Gall bladder are rarely affected area during the abdominal trauma. We aimed to present patients treating for gall bladder injuries. Materials - Methods: A data of 15 patients with gall bladder injuries from 1996 to 2006 was analyzed retrospectively. Results: The mean age was 28±13.46 and 12(80%) patients were male, and 3(80%) patients were female. Ten of 15 (%66.6) patients had penetrating injuries and 5(%33.3) blunt injuries. Ultrasonography was performed in all patients. In five patients, shock was existed and urgent laparotomy was performed. Laparotomy decision was taken with CT in four patients, diagnostic peritoneal lavage in three patients, and US guided percutan aspiration in one patient. The mean Injury severity score (ISS) and Revized trauma score (RTS) were determined as 25.20±15.91 and 7.030±1.033 respectively. All the patients were undergone to cholecystectomy. Morbidity occurred in five patients and wound infection was the most frequent. The mean number of associated intra-abdominal organ injuries was 3.18±1.32, and liver was most common associated intra-abdominal organ injury. The units of transfused blood within the first 24 hours were 5.50 ±3.20 U. The mean of length hospital stay was 7.93±0.89 days. Conclusion: ISS, numbers of associated intra abdominal organ injuries, units of transfused blood within the first 24 hours noticed to be associated with morbidity for gall bladder injuries. Cholecystectomy is the most preferable treatment of choice in gall bladder injuries.

OLGU SUNUMU
7.Radiologic Imaging in Athracosis Associated with Environmental Exposure
Fulya Adalı, Sibel Bayramoğlu, Nurten Turen Güner, Ahmet Tan Cimilli
Pages 30 - 32
Antrakoz, daha çok kömür madeninde çalışan işçilerde görülen mesleki bir hastalık olmasına rağmen, nadiren olgumuzda olduğu gibi çevresel nedenlerle kömür tozuna maruz kalmış kişilerde de görülebilir. Altmışbir yaşında bayan hasta nefes darlığı, göğüs - sırt ağrısı, öksürük ve balgam yakınmalarıyla başvurdu. PA akciğer grafisinde her iki hilusta bir kısmı yumurta kabuğu tarzında çok sayıda kalsifikasyonlar görülmesi üzerine tanıda antrakoz düşünülüp Toraks Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve Yüksek Çözünürlüklü Bilgisayarlı Tomografi (YÇBT) incelemeleri yapıldı. Antrakoz tanısında nodüler paternlerin değerlendirilmesinde konvansiyonel BT iyi olmakla birlikte, parankimal detaylarda YÇBT daha üstündür. YÇBT, diffüz infiltratif akciğer hastalıklarını saptamada konvansiyonel BT’ den daha iyidir.
While anthracosis is an occupational disease seen commonly among coal miners, it can be rarely encountered in people who were exposed to coal dust from environmental exposure, as in our case. A sixtyone-year-old female patient presented with shortness of breath, chest and back pain, cough, and sputum production. Because PA lung x-ray revealed multiple eggshells shaped calcifications on both hila, we suspected anthracosis and ordered Thorax Computed Tomography (CT) and High Resolution Computed Tomography (HRCT). While conventional CT provides good results in the assessment of nodular patterns for anthracosis diagnosis, HRCT proves to be better in showing parenchymal details. HRCT gives better results in determination of infiltrative lung diseases compared with conventional CT.

8.Triple Injury With Pumpgun : Cases Reports
Muhammet Can, H.Bülent Üner, Hümeyra Yıldırım Can
Pages 33 - 36
Av tüfeği olarak kullanılan pompalı tüfek yaralanmaları, günümüzde oldukça sık rastlanan ve genellikle ölümle sonuçlanan yaralanmalardır. Bu tür yaralanmaların çokluğu, gerek adli tıp bilimi ve hukuksal yorumları açısından, gerekse toplumumuzun bu tür silahlara karşı göstermiş olduğu ilgiden dolayı önem taşımaktadır. Çalışmamızda pompalı tüfekle üçlü yaralanma olguları, yapılan diğer çalışmalarla birlikte değerlendirilerek tartışıldı.
The injuries with pump guns which are used for hunting are the injuries which are come upon frequently and resulted in death. The number of these injuries is important for either forensic science and legal commentaries or, the interest of our society. Events of trio injuries by pump gun have been argued in accordance that makes with other studies.

9.Kampomelik Displazinin Prenatal Tanısı: Vaka Sunumu
Ismet Gün
Pages 37 - 39
A fatal skeletal anomaly was diagnosed in the fetus of a 23-year-old pregnant woman at 23rd weeks of gestation with detailed ultrasonography. Amniocentesis was performed and it yielded a normal karyotype of 46, XX. Presumed diagnosis was a lethal skeletal dysplasia called campomelic dysplasia. Therefore, pregnancy was terminated by induction with misoprostol. In conclusion, second trimester ultrasonography performed by obstetricians should focus on the detection of common malformations.
23 yaşında bir gebenin fetusunda, 23. gebelik haftasında ayrıntılı ultrasonografi ile ölümcül bir iskelet anomalisi tespit edildi. Amniyosentez yapıldı ve sonucu 46 XX normal karyotip olarak raporlandı. Eldeki veriler doğrultusunda ölümcül bir iskelet displazisi campomelic dysplasia olarak adlandırıldı. Takiben, gebelik misoprostol indüksiyonu ile sonlandırıldı. Sonuç olarak obstetrisyenler tarafından, 2. trimester ultrasonografilerine yaygın anomalileri taramak için odaklanılmalıdır.

10.An Unexpected Death At Work: Case Report
Muhammed Can, Celal Bütün, Rıza Yılmaz
Pages 40 - 42
Yirminci yüzyılın sonlarından itibaren, üretim ve sanayi sektörünün daha küçük atölyelere, işletmelere dönüşmesi ve esnek çalışma biçimi nedeniyle iş kazasına bağlı yaralanma ve ölüm olgularında bir artış olduğu bildirilmektedir. Yufka türü unlu mamuller üreten bir atölyede üstü açık olarak çalışan mekanik, elektrikli bir hamur kazanının içinde 35 yaşında bir kadın cesedi bulundu. Ölü muayenesi ve otopside, saçlar arasında beyaz renkte küçük hamur bulaşıkları olduğu, kişinin ölümünün boyun omuru ve medulla spinalis yaralanması ve boyuna basıya bağlı mekanik asfiksi sonucu meydana gelmiş olduğu tespit edildi. Bilirkişi tespit tutanağında iş güvenliği için gerekli tedbirlerin alınmamış olduğu ve olayın bir iş kazası sonucu ölüm olduğuna karar verildi. İş kazasına bağlı yaralanma ve ölümlerin ülkemizde son yıllarda artması dikkate alınarak bu olgu sunumu ile iş kazasına neden olan kişisel, sosyo-ekonomik, çevresel etmenlerin saptanması ve bu kazaların önlenebilmesi için alınması gerekli tedbirlerin öneminin vurgulanması amaçlandı.
It has been reported that injuries and deaths due to work accidents have risen in accordance with the conversion of big production and industrial business lines into smaller enterprises, flexible working patterns, and new production ways since the late 20th century. At a workshop that produce flour products, the corpse of a 35 years old female worker was found kneaded in dough in the electrical dough-making machine. During the medical inspection and autopsy, there were small particles of dough in her hair. Ölü muayenesi ve otopside, saçlar arasında beyaz renkte küçük hamur bulaşıkları olduğu, kişinin ölümünün boyun omuru ve medulla spinalis yaralanması ve boyuna basıya bağlı mekanik asfiksi sonucu meydana gelmiş olduğu tespit edildi. The cause of the death appears as the combination of the injury of the cervical vertebrae and medulla spinalis and mechanical asphyxia due to airway compromise.. Expert opinion revealed that there had been no precautions and work safety and concluded it was a work accident death. Through this case report we aimed to emphasize the importance of individual, socioeconomically and environmental factors playing roles in the rise of injuries and deaths due to work accidents in our country and the importance of preventive measures.

DERLEME
11.Hiperlipidemia
Cennet Rağbetli
Pages 43 - 47
Son yıllarda teknolojik gelişmelere paralel olarak fiziksel aktivitenin azalması ve hayvansal ürün tüketiminin artışı, insanlar için hiperlipidemi tehdidini arttırmaktadır. Hiperlipidemi; lipid metabolizmasının primer bozukluğu şeklinde olabildiği gibi, bazen de sekonder hiperlipidemi şeklinde ortaya çıkarak ateroskleroza ve koroner kalp hastalığına’a yol açabilmektedir. LDL kolesterol, trigliserid, apoprotein B100, lipoprotein(a) düzeylerinin yüksekliği veya HDL kolesterol ve apoprotein A1 düzeylerinin düşüklüğünün hiperlipidemi gelişiminde önemlidir. Hiperlipidemi denetiminde sigarayı bırakma, doğru beslenme, fiziksel aktivite artışı gibi yaşam tarzı değişikliklerinin yanısıra ilaçlı tedavilerin de başarı oranı oldukça yüksektir. Bu yazıda hiperlipidemi ve tedavisi ile ilgili güncel bilgilerin bir arada sunulması hedeflendi.
Increased animal product consumption and decreased physical activity due to the the development, in technology increase the risk of hiperlipidemia. Hiperlipidemia is sometimes the primer disturbance of lipid metabolism. However, it sometimes appears as seconder hiperlipidemia, and may lead to the atherosklerosis and coronary heart diseases. The roles of high levels of LDL cholesterol, trigliserit, apoprotein B100 and lipoprotein (a) or low levels of HDL cholesterol and apoprotein A1 for the development of hiperlipidemia are known. In addition to the treatments without drugs, quiting smoking, healthy nutrition and physical activity may be successfull for the treatment of hiperlipidemia. In this review, it is aimed to present resent knowledge about hiperlipidemia and its treatment.

12.The Serum Gamma Glutamyl Transferase: Recent Findings and Its Role in the Pathophysiology of Various Diseases.
Tevfik Noyan
Pages 48 - 55
Gama glutamil transferaz birbirine benzemeyen iki alt üniteden oluşmuş bir hücre yüzey glikoproteinidir. Serumdaki gama glutamil transferaz’ın en önemli kaynağı karaciğerdir ve böbrek tubülleri, safra epiteli ve beyin kapillerinde yüksek miktarda sentez edilir. Gama glutamil transferaz safra yoluyla ilişkili hastalıkların teşhisinde kullanılan çok önemli bir tanısal testtir. Hücrede gama glutamil transferaz’ın asıl görevi hücre dışında bulunan indirgenmiş glutatyonu yıkmak ve hücre içi glutatyon sentezi için öncül aminoasitleri temin etmektir. Bununla birlikte, gama glutamil transferaz antioksidan/anti-toksik savunma ve hücresel proliferasyon/apopitozis dengesi gibi önemli indirgeyici olayların düzenlenmesine aracılık eden önemli bir enzimdir. Son deneysel çalışmalarda hücresel gama glutamil transferaz’ın demir ve diğer geçiş metallerinin varlığında reaktif oksijen türlerinin oluşumunu artırabileceği bildirilmiştir. Serum gama glutamil transferaz aktivitesindeki artış ve günümüzde önemli ölüm ve sakatlıklara yol açan koroner kalp hastalığı, kanser, diabetes mellitus ve inme gibi hastalıklar arasındaki ilişkiyi araştıran çok sayıda çalışma vardır. Kanser hücrelerinin kemoterapötik ilaçlara direnciyle GGT aktivitesinin artışı arasında bir ilişki olduğu da bildirilmektedir. Bu derlemede gama glutamil transferaz’ın klinik kullanım alanları, fizyolojik rolü ve epidemiyolojik çalışma sonuçlarıyla ilgili bilgilerin özetlenmesi amaçlanmıştır.
Ggamma glutamyl transferase is a cell surface heterodimeric glycoprotein. The liver is an important source of serum gamma glutamyl transferase and it is expressed at high levels in kidney tubules, biliary epithelium and brain capillaries. Assessment of gamma glutamyl transferase level has become one of the most important diagnostic tests for hepatobiliary disorders. The primary role of cellular gamma-glutamyl transferase is to metabolize extracellular reduced glutathione, allowing for precursor amino acids to be assimilated and reutilized for intracellular glutathione synthesis. Gamma-glutamyl transferase an important enzyme that can modulate crucial redox-sensitive functions such as antioxidant/antitoxic defenses and cellular proliferative/apoptotic balance. Recent experimental studies indicate that cellular gamma-glutamyl transferase may also be involved in the generation of reactive oxygen species in the presence of iron or other transition metals. There have also been important advances in the definition of the associations between serum gamma-glutamyl transferase activity and risk of coronary heart disease, cancer, diabetes mellitus, and stroke. It has been also reported that there is an association between the increased GGT activity and chemotherapeutic drug resistance of cancer cells. This review aims to summarize the knowledge about gamma-glutamyl transferase's clinical applications, its physiological roles, and the results of epidemiological studies.

LookUs & Online Makale